"TUTUKLAMADA MAKUL SÜRE" KAVRAMININ ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU İÇTİHADLARI IŞIĞINDA İNCELENMESİ
Yüksek Lisans Tezi/Bitirme Projesi Danışmalığı için
İletişim: 0555 036 46 25
Sitemizi ziyaret edin: tezprojeyaz.wix.com/tezproje
İnstagram: @tezprojedanışmanlığı
Bu Çalışmamam İstanbul Barosu Dergisi 2016/6. Sayısında Yayımlanmıştır.
Çalışmaya ilişkin bir sorularınız varsa yorumlar bölümünden yazabilir veya bana mail atabilirsiniz:
kaanmahmuterdem@gmail.com
555 036 46 25
555 036 46 25
"TUTUKLAMADA MAKUL SÜRE"
KAVRAMININ ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU İÇTİHADLARI IŞIĞINDA
İNCELENMESİ
Av. Kaan Mahmut Erdem[1]
ÖZET
Koruma
tedbirleri arasında en ağır tedbir tutuklama kararıdır. Dolaysıyla Ceza Muhakemesi
Kanunu uyarınca soruşturma veya kovuşturma evresinde tutuklama kararına hükmedilmesi
kural değil istisna niteliği taşır. Tutuklama kararı ile toplum yararı üstün
tutularak yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amaçlanır. Fakat toplum
yararının yanında birey yararın göz ardı edilmemesi ölçülülük ilkesinin
gereğidir. Ayrıca kanunilik ilkesi gereği tutuklama kararı verilebilmesi
ancak kanunda aranan bütün şartların
gerçekleşmesi ve tutuklamanın alternatifi olarak CMK 109. maddede düzenlenen adli kontrol yolunun
istenen amaca yetmeyeceğinin gerekçeli olarak açıklanması halinde mümkündür. Bir
kere tutuklama kararı verilmesi bunun geri dönülmez olduğunu göstermez. Bu
karar verildiği andan itibaren tutuklamanın gerekli olmadığı veya istenen amaca
ulaşılması halinde derhal tutukluluk haline son verilmelidir. Bu noktada
incelenecek olan makul süre kavramına dair AİHM ve Anayasa Mahkemesi ölçütleri
yol göstericidir. Son olarak CMK sistematiği birey yararını öne çıkartmak
isteğiyle tutuklamada azami süreler belirlemiştir. Bu sürelerin varlık amacı
daha çok makul süre kavramının muğlak olmasına bağlanabilir.
Anahtar
Sözcükler: Sanık-şüpheli, Soruşturma-Kovuşturma, Tutuklama. Tutuklama
Şartlar, Makul süre kavramı, Suç isnadına Bağlı Tutuklama ve Hüküm Nedeniyle
Tutuklama
1. BÖLÜM
TÜRK MEVZUATINDA TUTUKLAMA TEDBİRİ
I.
"ŞÜPHELİ"-"SANIK"
VE "SORUŞTURMA"-"KOVUŞTURMA" AYRIMI (CMK 2)
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Tanımlar başlıklı 2. maddesi uyarınca
şüpheli ve sanık kavramları ile bu ayrıma uygun olarak soruşturma ve kovuşturma
evreleri tanımlanmıştır. Şüpheli kavramı ile soruşturma evresinde, suç şüphesi
altında bulunan kişi tanımlanmak istenmiştir. Dolayısıyla soruşturma evresi,
kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin
kabulüne kadar geçen evredir. Genel olarak ceza muhakemesi sistematiğimizde üç
evrelidir. Bunlar soruşturma, ara evre ve kovuşturma evreleridir. Ne kadar Ceza
Muhakemesi Kanunu iki evreli bir sistemi
benimsemiş gibi gözükse de bir diğer evreyi kapalı olarak düzenlediğini söyleyebiliriz.
Sanık
sıfatı ise, kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç
şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder.[2]
Yine bu doğrultuda kovuşturma evresi iddianamenin kabulü ile başlayıp, hükmün
kesinleşmesine kadar geçen evredir. Kovuşturma evresinin başlaması ile CMK175/1[3]
gereği kamu davası açılmış olur ve bu noktada şüpheli sanık sıfatı kazanır ve
sanık haklarından yararlanır. İşte tam
bu noktada üçüncü evre olarak tanımlanan ara evre karşımıza çıkmaktadır.
Soruşturma evresinin sonu olan iddianamenin yazılması ile kovuşturma evresinin
başlangıcı olan iddianamenin kabulü arasındaki evre ara soruşturma evresidir.[4]
Ceza Muhakemesi sistematiğimizde zorunluluk ilkesi[5]
gereği savcı suç şüphesi oluştuğu andan itibaren olaya el koymak zorundadır. Bu
yetki ihtiyari değildir. Burada savcı en az yoğunlukta şüphe, yani basit şüphe
ile hareket eder. Suç işlendiğine dair yeterli şüphenin[6]
varlığı halinde ise savcı tarafından iddianame düzenlenip mahkemeye gönderilir.Burada
soruşturma evresi biter ve ara soruşturma evresi başlar.Ara soruşturma
evresinde iddianame ilgili mahkemenin önüne gelir. Bu aşamada iddianame ya geri
gönderilir ya da kabul edilerek kovuşturma evresine geçilir. Kesin hüküm
kovuşturma evresinin sonunda ortaya çıkar.Aşağıda tartışılacağı üzere ceza
muhakemesi sistematiğimizde temyiz aşaması da kovuşturma evresine dahildir.
II.
KORUMA TEDBİRİ
OLARAK "TUTUKLAMA" (CMK100/101)
Tutuklama
kararı koruma tedbirleri arasında
Anayasa 19 ve AİHS Madde 5 ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve
güvenliği hakkına en büyük müdahaleyi barındırır. Dolayısıyla tutuklama
kararına hükmedilmesi ağır şartlara bağlanmalıdır. Nitekim CMK 100 gereği
tutuklama; ancak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı
ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında
verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbirinin ölçülü
olmaması halinde, tutuklamam kararının verilemeyeceği noktasındadır.
Dolayısıyla tutuklama kararına hükmedilebilmesi için şu üç şartın birlikte
bulunması zorunludur. Kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeninin varlığı ve
tutuklama nedeninin ölçülü olması.[7]
Bunun tek istisnası yine CMK 100/3 de belirtilmiştir. Burada belirtilen katalog
suçlarda sadece kuvvetli suç şüphesinin varlığı tutuklama kararının
verilebilmesi için yeterli görülmüştür.[8] Tutuklama
nedeni ise; şüphelinin veya sanığın kaçacağı veya delilleri yok edeceği veyahut
da üçüncü kişiler üzerinde baskı yapacağı şüphesinin varlığı halinde kabul
edilir.Tutuklama peşin bir cezalandırma yöntemi değildir.[9]
Ancak toplum yararının birey yararına üstün geldiği durumlarda bu tedbire
başvurulması makul gözükse de her vakıada tutuklama nedenlerinin varlığının
araştırılması mecburidir. Bunun aksi uygulamalar hem Anayasaya hem de Türkiye’nin
kabul ettiği uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil eder.
III.
TUTUKLULUKTA
GEÇECEK "AZAMİ SÜRELER" (CMK 102)
Ceza
Muhakemesi Kanunu’nun tutuklamada azami süreleri kabul etmesinin temel nedeni
makul süre kavramının muğlak oluşudur.[10]Azami
sürelerin varlığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin etkisiyle başka bazı
ülkelerin hukuklarında da kabul edilmiştir. Örneğin İskoç hukukunda bu süre
sanığın işlediği suç ne kadar ağır olursa olsun 110 gündür. Türk mevzuatında bu
konu CMK 102'de düzenlenmiştir. Buna göre; ağır ceza mahkemesinin görevine
girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak, bu süre, zorunlu
hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin
görevine giren işlerde ise tutukluluk süresi en fazla iki yıldır. Fakat bu süre
de gerekçeleri gösterilerek üç yıl daha uzatılabilir. Belirtilen düzenleme de
istisna olan uzatma süresinin kuraldan daha fazla oluşu kanun yapma tekniğinin yasa
koyucuda gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.[11]
5235 Sayılı Kanunun 12. Maddesi ağır ceza mahkemelerinin görevini
düzenlemiştir. Burada ikili bir ayrım yapılmalıdır. İlkin yağma, irtikap,
belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık veya hileli iflas gibi katalog
suçlarda süreye bakılmaksızın ağır ceza mahkemesi görevli kılınmıştır. İkinci
olarak, 10 yıldan fazla hapis cezası gerektiren suçlarda yine ağır ceza
mahkemesi görevlidir. Sonuç olarak asliye ceza mahkemeleri görevine giren
işlerde azami süre toplam bir buçuk yıl olarak belirlenmişken, ağır ceza
mahkemesinin baktığı davalarda bu süre uzatma ile beş yıldır. Bu sürelerin
hesaplanmasında soruşturma ve kovuşturma ayrımı yapılmamıştır. Şüpheli
tutuklanmadan evvel gözaltına alındı ise sürelerin hesaplanmasına şüphelinin
gözaltına alındığı tarih esas alınır. Kanundaki azami sürelerin dolması ile
birlikte, tutukluluk hali başka bir işleme gerek kalmadan son bulur.[12]
IV.
AİHS M.5-AY
19 "KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ"
Kişi
özgürlüğü ve güvenliğine hakkı AİHS 'in 5. maddesi ile uluslar arası düzeyde
koruma altına alınmıştır. 1982 Anayasasının kişi özgürlüğü ve güvenliği
başlıklı 19. Maddesinin 3. Fıkrasında tutuklama şartlarının tamamının bir arada
bulunması halinde ancak hakim kararıyla tutuklamaya karar verilebileceğin
belirtmiş ve aynı maddenin 7. Fıkrasında ve AİHS 5/3 ise makul sürede
yargılanmayı isteme hakkını düzenleyerek kişi özgürlüğünün ancak istisnai
olarak kısıtlanabileceğini hüküm altına alınmıştır. Tutukluluğun devamı
sırasında ise her incelemede gösterilmesi zorunlu olan gerekçede ilk tutuklama
kararından daha kuvvetli suç şüphesi[13]
bulunduğunun gösterilmesi gerekir.[14]
V.
TUTUKLULUĞUN
İNCELENMESİ / CMK108
Tutuklama
kararının verilmesinden itibaren şüpheli veya sanık, tutukluluğun incelenmesini
ve soruşturma veya kovuşturma evresinde serbest bırakılmasını görevli mercilerden
talep edebilir. Anayasamızın 19/6 fıkrası[15]
bu hakkı güvence altına almıştır. Bunun yanı sıra sulh ceza hakimi zorunlu
olarak belirli aralıklarla tutuklama kararı incelemekle mükelleftir. Bu inceleme
için ayrıca şüpheli veya sanığın talepte bulunması gerekmez. Nitekim CMK 108
gereği en geç otuzar günlük süreler itibariyle tutukluluk halinin devamının
gerekip gerekmediği hususunda cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza
hakimi 100 üncü madde hükümlerini göz önünde bulundurarak şüphelinin kendisinin
veya müdafisinin dinlenilmesi suretiyle yeni bir karar verir. Burada esas amaç geçen
sürede tutuklama ile ulaşılmak istenen yargılamanın sağlıklı yürütülmesi
gayesine ulaşılıp ulaşılmadığının incelenmesidir. Tüm delilerin toplanılması
veya üçüncü kişilere baskı yapılmasının alınan tedbirlerle önlenmesi halinde şüphelinin
daha fazla tutuklu kalmasında bir yargısal ve toplumsal bir fayda
kalmayacaktır. Dolayısıyla bu durumda kişi hürriyeti hakkının doğası gereği şüpheli
derhal serbest bırakılmalıdır.
2. BÖLÜM
ANAYASA ŞİKAYETİ VE AİHM İÇTİHATLARI IŞIĞINDA TUTUKLAMADA MAKUL SÜRE
KAVRAMININ TAHLİLİ
I.
AİHM VE AY
MAHKEMESİNİN MAKUL SÜRE ÖLÇÜTLERİ
AİHM Wemhoff v. Almanya[16] kararında
tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı her somut olayda ayrıca
değerlendirilmesi gerektiği yorumda bulunmuş ve bu değerlendirme yapılırken
bazı ölçütler geliştirmiştir.[17]
Buna göre suç işlendiğine dair makul şüphenin devam ediyor olması, davanın
karmaşıklığı, başvurucunun tutum ve davranışları, yargılama makamının davayı
özenle yürütüp yürütmediği gibi kriterler ile her somut olayda tutukluluk
süresinin makul olup olmadığı ilgili mercii tarafından incelenmelidir. Ayni yöndeki
AİHM.nin Mansur v. Türkiye[18]
kararında; suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin devam ediyor olması,
tutukluluk süresinin uzatılması için tek başına yeterli olmadığı ayrıca
özgürlüğün kısıtlanmasını haklı kılacak geçerli ve yeterli ve gerekçelerin bulunmasının
da gerektiği yorumunda bulunmuştur. Anayasa şikayeti yoluyla makul süre
ihlallerine ilişkin gelen başvurularda Anayasa Mahkemesi makul süre ölçütlerini
AİHM içtihatlarına paralel olarak tartışmıştır. Özellikle Hanefi Avcı[19] ve Doğu Perinçek[20] kararları bu
paralelliği görmek açısından eğiticidir.
II.
ANAYASA
MAHKEMESİ VE AİHM İÇTİHATLARI İLE CMK SİSTEMATİĞİNİN FARKLILIĞI
Avrupa İnsan Hakları mahkemesi AİHS m.5/1-a[21]
dayanarak geliştirdiği içtihadında tutuklamada makul sürelerin hesabını "Suç isnadına bağlı tutulma" ve "Mahkumiyet sonrası tutulma" şeklinde
ikiye ayırarak hesaplamaktadır.[22] Ceza
Muhakemesi sistematiğine göre bir suç isnadına bağlı olarak tutuklama kararı;
soruşturma aşamasında savcının talebi ile sulh ceza hakimi tarafından veya
kovuşturma aşamasında hakim tarafından re’sen verilebilmektedir.[23] Kişi
bu noktadan itibaren "şüpheli" veya "sanık" sıfatını
taşıyacak fakat mahkumiyet kararı henüz kesinleşmediği için "mahkum" sıfatını taşımayacaktır.
CMK uyarınca mahkumiyet kararı ilk derece mahkemesinin kararı ile değil, kanun
yollarının tüketilmesi ile kesinleşir. Buna karşın AİHM, AİHS m.5/1-a da
belirtilen "yetkili mahkemeyi", tutuklama kararını veren ilk derece
mahkemesi olarak yorumlamaktadır.[24]
Bu nedenle AİHM makul süre hesabının başlangıcının başvurucunun ilk defa
yakalanıp gözaltına alındığı tarihten başlatıp, bu sürenin, kişinin serbest
bırakılmasıyla ya da derece mahkemesinin kararıyla sona erdiği biçiminde
yorumlamaktadır.[25] CMK sistematiğimiz ile
AİHM içtihadı arasındaki temel fark "Mahkumiyet
sonrası tutulma" halinin hangi aşamada başlayacağının belirlenmesidir.
AİHM yetkili mahkemenin tutuklama kararına kadar geçen sürenin ancak makul süre
hesabına dahil edileceğini, İlk derece mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet
kararı ile makul süre hesabının son bulacağı içtihadını geliştirmiş iken ulusal
mevzuatımızda mahkumiyet kararının kesinleşmesi kanun yollarının tüketilmesi
ile sağlanmaktadır. Teorideki bu fark çok mühim sonuçlara gebedir. AİHM.nin bu içtihadı nedeniyle tutuklu olarak
geçirilen temyiz aşaması AİHM tarafından makul sürelerin hesabında sıfır olarak
kabul edilmektedir. Aynı yorum ceza muhakemesi kanunumuza ters düşecek şekilde
Anayasa Mahkemesi tarafından da uygulanmaktadır. "Bir suç isnadına bağlı tutulma" ve "mahkumiyet sonrası tutulma" ayrımı Ceza Muhakemesi Kanunumuz
tarafından benimsenmemiştir. Kovuşturma aşaması temyiz süresini de içine alacak
şekilde bir bütün olarak tanımlanmıştır. AİHM.nin ilk derece mahkemesi
kararından itibaren bir suç isnadına bağlı olarak tutulma hali sona ermekte ve mahkumiyet
sonrası tutma hali başlamaktadır[26]
yorumu Anayasa Mahkemesi tarafından da benimsenmektedir. Fakat bu uygulama Ceza
Muhakemesi Kanunu sistematiğinin tamamen dışındadır. CMK tutuklama halini ikiye
ayırmamış, temyiz aşamasını kovuşturma aşamasının bir parçası olarak kabul
etmiştir. Zira kesin hükme ancak temyiz aşamasının sona ermesi ile ulaşılır.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu uygulaması özellikle Türkiye gibi temyiz
aşamasında uzun tutukluluk sürelerin sıkça yaşandığı ülkelerde büyük hakkaniyetsizliklere
neden olabilmektedir.
3. BÖLÜM
TUTUKLAMADA MAKUL SÜRENİN İHLAL EDİLDİĞİNE
İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİNE YAPILAN BİREYSEL
BAŞVURULAR
I.
2015 YILINA
AİT SEÇME KARARLAR
Başvurucunun
yasa dışı PKK/KCK yapılanmasına üye olmak suçundan 25/6/2012 tarihinde
gözaltına alınmış olduğu, 21 şüpheli
ile birlikte 27-28/6/2012 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi
alındıktan sonra Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/6/2012 tarihli ve 2012/24
Sorgu sayılı kararıyla“üzerlerine atılı suçların vasfı ve mahiyeti, atılı
suçların CMK 100/3. maddesinde yazılı suçlardan olması, atılı suçlardaki ceza
üst sınırına göre şüphelilerin delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin
bulunması” gerekçe[28]
gösterilerek silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklandığı açıktır. Bu
noktadaki temel eleştirimiz, İlk derece mahkemesin gerekçesi, isnat edilen
suçlamanın CMK 100/3' te belirtilen katalog suçların birine girmesinin tek
başına tutuklama sebebi olarak görmesi ve somut deliller göstermeden formül gerekçe yöntemi ile karar verilmesidir.
Kanun maddelerinin kopyala-yapıştır yapılarak gerekçe olarak belirtilmesi AİHM
içtihatlarında gerekçe olarak kabul edilmeyip, AİHS.nin 6/1'in ihlali olarak görmektedir.[29]
Bu husus tek başına kişi ve özgürlüğü başlıklı AY 19. maddesinin de ihlaline
neden olmaktadır.[30]
Başvurucu tutuklamaya itirazı etmiş, itirazı inceleyen Ankara 12. Ağır Ceza
Mahkemesinin 10/7/2012 tarihli ve 2012/376 Değişik İş sayılı kararıyla
başvurucunun tutukluluğuna neden olan sebepleri somut olarak göstermek yerine “itiraza konu kararda usul ve yasaya
aykırılık görülmediği” gerekçesiyle kesin olarak reddine karar vermiştir.[31]
Bu kararlar öğretide formül gerekçeler olarak kabul edilmektedir.[32]
Mahkeme tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasını iddianamede isnat edilen
suçlamalara[33]
yönelik kuvvetli suç şüphesinin varlığına kanaat getirerek kabul edilemez
bulmuştur.Tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasını inceleyen Anayasa
Mahkemesi, makul sürenin hesabında başlangıç noktasını, başvurucunun gözaltına
alındığı 25/6/2012 tarihi olarak almış, makul süre hesabının sona erme tarihini
ise ilk derece mahkemesinin beraat kararı verdiği tarih olan 10/4/2013 olarak
almıştır. Dolayısıyla hesaba alınacak süre 9 ay 15 gündür.[34]
Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi, makul süre hesabının başlangıcını AİHM
içtihatlarına yansıdığı gibi bireyin gözaltına alındığı tarihten eğer kişi gözaltına
alınmadan doğrudan tutuklanmış ise o tarihten başlatmaktadır.[35]
Mahkeme, başvurucunun alıkonulduğu 9 ay 15 günlük sürenin, "Başvurucuya isnat edilen suçun niteliği,[36] hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı[37],
soruşturma konusunun kapsamı" gerekçeleri Anayasanın
kişi özgürlüğü ve güvenliği maddesini düzenleyen 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.
B.
Yavuz Pehlivan ve Diğerleri Başvurusu[38]
Başvuruculardan Erdal Özkan ve Ergün Özkan 13/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış olup, İzmir 8.
Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2012 ve 17/6/2012 tarihli ve 2012/8 sayılı
kararıyla “suç işlemek amacıyla kurulan
örgüte üye olma ve devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme”
iddialarından tutuklanmışlardır. Başvurucu Mardin
Kışkan ise 2/7/2012-5/7/2012 tarihlerinde gözaltında kaldıktan sonra
serbest bırakılmış, 6/7/2012 tarihinde tekrar gözaltına alınması sonrası
başvurucular Yavuz Pehlivan ve İdris Acartürk ile birlikte, İzmir 10.
Ağır Ceza Mahkemesinin 7/7/2012 tarihli ve 2012/27 sayılı kararıyla “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma
ve devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme” suçlarından
tutuklanmışlardır. Son başvurucu Burhan
Karaman da ilk olarak 2/7/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 5/7/2012 günü
serbest bırakılmış, fakat 7/7/2012 tarihinde tekrar gözaltına alınarak aynı suç
isnadı ile tutuklanmıştır. Makul süre hesabında yukarıda bahsettiğimiz üzere
başlangıç noktası olarak gözaltına alınma günü esas alınmaktadır. Fakat eldeki
başvurulardan Merdin Kışlan ilk
olarak 2/7/2012 tarihinde gözaltına alınmış 5/7/2012 günü serbest bırakılmış, hemen
akabinde 6/7/2012 yılında tekrar gözaltına alınmış ve ertesi günü tutuklanmıştır. Benzer şekilde Burhan Karaman da iki farklı gözaltı süresine
maruz kalmış ve 7/7/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Bu noktada esas tartışma
konusu makul süre hesabında başlangıç için hangi sürenin esas alınacağıdır. Bu
noktada AİHM Bouchet-Fransa davası
kararında[39]
ve Vaccaro-İtalya davasında[40];
makul sürenin hesabında şüphelilerin aynı davadan alıkoyulma süreleri arasında
geçen kısmın toplamı olarak hesaplanması yorumunu yapmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin
de makul süre hesabının başlangıcını belirlerken AİHM ile aynı yorumu
benimsediği görülmektedir. Zira Anayasa Mahkemesi Merdin Kışkan'ın makul süre hesabında başlangıç noktasını ilk kez
gözaltına alındığı 2/7/2012 tarihinden başlatmış ve başvurucunun tahliye
edildiği 11/4/2014 olarak sona erdirmiş ve başvurucunun 1 yıl 9 ay 8 gün
alıkonulduğu sonucuna varmıştır. Benzer şekilde; Yavuz Pehlivan, 1 yıl 6 ay 16
gün; Burhan Kahraman’ın1 yıl 2 ay 23 gün, İdris Acartürk 1 yıl 6 ay 21 gün,
Ergün Özkan 1 yıl 9 ay 28 gün, Erdal Özkan’ın ise 1 yıl 7 ay 10 gün
alıkonulmuştur. Makul süre incelemesi her dava da özel olarak yapılmaktadır.
Eldeki Başvuruda ihlalinin incelenmesinde esas olarak şu kıstaslara yer verilmiştir;
yerel mahkemenin tutuklama kararında ve başvurucunun itirazı üzerine yetkili
mercii tarafından verilen ret kararlarının içeriğinde kuvvetli şüphenin devam
ettiğine yönelik yeterli gerekçenin gösterilip gösterilmediğinin, suçlamanın
temelinin teşkil eden delillerin tümüne ulaşılıp ulaşılamadığının tespiti
şeklindedir. Suç isnadının temelini
oluşturan delillerin ele geçirilmesi belli bir süreye kadar makul kabul
edilebilir. bunun dışında şüphe sanıktan yanadır ve masumiyet karinesi
temelinde birey, derhal salıverilmesini talep hakkına sahiptir.[41]
Anayasa Mahkemesi de bu ilkeler ışığında suç isnadının temelinin oluşturan
delillere 1yıl 2adan 1 yıl 9 aya kadar değişen dönemlerde bulunamamasının
tutuklamanın haklı olarak makul süreyi aşan dereceye ulaştığı kanaatine
varmıştır.
Başvurucunun iddiası
kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat uygulanması gerektiği
hükmün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine rağmen kendisine uygulanmadığını
dolaysıyla tutukluluğunun yasal bir dayanağının kalmadığının ve makul bir
sürede yargılanmadığı için Anayasanın 19. Maddesini ihlal edildiğini
yönündedir. Gerekli kanun yollarının tüketilmesinden sonra Anayasa Mahkemesini
önüne gelen olayda, ilkin tutukluluğun yasal dayanağın kalıp kalmadığı
incelenmiştir. Bu göre yargılandığı davada isnat edilen fiiller 12/4/1991
tarihli 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10/5 maddesinde CMK 102 ‘deki azami
sürelerin iki kat uygulanacağı belirlenmiş fakat bu madde Anayasa Mahkemesinin
4/7/2013 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. İptal edilen madde resmi gazetede
yayımlanmasında bir yıl sonra yürürlüğe gireceğine karar verilmiştir. Başvuru
tarihi ise 29/7/2013 tür. Dolayısıyla başvurucunun ilk iddiası Anayasa
Mahkemesinde haklı olarak kabul edilemez bulunmuştur. Başvurucunun ikinci
iddiası makul sürede yargılanmamsı nedeniyle Anayasa 19/7’nin ihlal edildiği
yönündedir. Anayasa Mahkemesinin AİHM içtihatları ile geliştirilen "suç
isnadına bağlı tutulma" ve "hüküm nedeniyle tutuklanma" ayrımını
benimsemiş[43] olması CMK sistematiğimiz
ile aykırılık teşkil etmektedir. Zira yetkili ilk derece mahkemesinin kararı
ile hüküm kesinleşmemekle birlikte kovuşturma aşaması da son bulmamaktadır.
Buna göre Anayasa Mahkemesinin benimsemiş olduğu içtihat nedeniyle makul
sürenin hesabında esas alınacak süre başvurucunun 21/3/2008 tarihinde gözaltına
alındığı gün ile[44] ilk derece mahkemesinin mahkumiyet
kararı verdiği 5/8/2013 tarihleri arasıdır.[45]
Dolayısıyla başvurucu 5 yıl 4 ay 15 gün boyunca bir "suç isnadına bağlı"
olarak alıkonulmuştur. Halbuki yukarıda da eleştirdiğimiz üzere AİHM
içtihatları ile geliştirilen yetkili ilk derece mahkemesinin tutuklama kararına
kadar makul süre hesabının yapılabileceği içtihadı Türk mevzuatına aykırıdır.
Başvurucu mahkumiyet kararının kesinleşmediği temyiz süresi boyunca da bir suç
isnadına bağlı olarak alıkonulmaktadır. Buna karşın temyizde geçirilen süre
Anayasa Mahkemesince sıfır olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi bu
uygulaması ile 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanun sistematiğine zıt bir
uygulamayı kabul etmiştir. Eldeki davada makul süre ölçütleri de tartışılmalıdır.
Buna göre “Ergenekon Davası” olarak bilinen ve başvurucunun da yargılandığı bu davada
275 sanığın bulunması, 3500 klasörün delil olarak mahkemeye intikal ettirilmesi
ve 22 ayrı davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmesine karar
verildiği, dolayısıyla makul sürenin hesabında davanın karmaşıklığı, örgütsel
suç isnadının bulunması, sanık sayısının fazlalığı göz önüne alınarak ihlalin
olup olmadığı tartışılacaktır. Makul sürenin hesabında bu kriterlerin yanı sıra
tutuklama nedeninin açıkça ve ayrıntılı bir şekilde gösterilmesi kişi güvenliği
hakkının temel unsurudur.[46]
Ayrıca tutukluluğun istek üzerine veya re’sen incelenmesi
halinde tutuklama şartlarının ağırlaştırılarak ikna edici biçimde
gerekçelendirilmesi şarttır.[47]
Bunun aksi AY 19/7’nin ihlali olacaktır. İlk derece mahkemesinin kararında
dayandığı gerekçeler ”formül” gerekçeler olması halinde de yani kanun metninin
doğrudan alınıp karara kopya edilmesi halinde de kararlar gerekçesiz karar
olarak değerlendirilmelidir. Sonuç olarak tutuklamanın devamına karar
verilirken ortaya konan ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağı ya da delilleri
karartacağına dair inandırıcı somut olguların ortaya konulmamıştır. Kararda
ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Dolaysısıyla
kanunda belirtilen azami tutukluluk sürelerin aşıldığına ilişkin iddia kabul
edilmemiştir. Fakat tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia
Anayasa’nın 19/7 ‘yi ihlal ettiğine oy birliği ile karar verilmiştir.
II.
2014 YILINA
AİT SEÇME KARAR
Hanefi Avcı Başvurusu[48]
Başvurucu,
tutukluluğunun devamına ilişkin mahkeme kararlarına yaptığı itirazların formül
gerekçelerle reddedildiğini, makul sürede yargılanmadığını ve suçluluğu
hakkında maddi bir kanıt bulunmamasına rağmen tutukluluk halinin devam etmesinin
masumiyet karinesine aykırılık teşkil ettiğini ve dolayısıyla Anayasa’nın 19.
ve 36. maddelerin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Gerekli kanun yollarının
tüketilmesinden sonra bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesine intikal
eden davada dosyanın incelenmesi ile başvurucunun tutuklanması için yeterli
şüphenin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu kanısına ulaşılmıştır.[49] Başvurucu
Hanefi Avcı, İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesinin 28/09/2010 tarih ve 2010/53 sorgu
numaralı kararı ile tutuklanmıştır.[50]
Daha sonrasında Başvurucu tam sekiz kere
tutukluluk halinin sona ermesi talebi ile mahkemeye başvurmuş ve her seferinde,
" Yüklenen suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını
gösteren olguların bulunduğu ve delillerin tam olarak toplanmamış olması,
şüphelinin konumu itibarıyla bir kısım delilleri yok etme, değiştirme veya
değiştirme olasılığı gerekçeleri ile reddedilmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz
üzere başvurucunun mahkumiyetinin kesinlik kazanmadan evvelindeki tutukluluk
halinde kişi özgürlüğü ilkesi esas olup, başvurucunun mahkemeden derhal
salıverilmesinin isteme hakkı sabittir. Belirtilen hak kapsamında başvuruda
bulunan sanık için gösterilen gerekçeler AİHM içtihatları uyarınca somut ve
açık olmalıdır. Buna karşın eldeki davada itirazı inceleyen merciler kanun
maddesinde yazılan gerekçeleri somutlandırmadan itirazları reddettikleri
anlaşılmaktadır. Bu husus başlı başına AY 19'un ihlali niteliğindedir.Buna ek
olarak; sanığın gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararı ile tutuklanması ve
tutukluluğun uzatılmasının kabul edilemez olduğunun AİHM tarafından sıklıkla
vurgulanmasıdır.[51]
Zira kişi güvenliği ilkesi gereği ancak belirli hallerde birey alıkonulabilir.
Gerekçesinin somut ve anlaşılır olmaması halinde birey neden tutuklandığını
bilmeyecek adalete olan güven temelinden sarsılacaktır. Ulaşmak istediğim konu
ise; formül gerekçeler ile yapılan tutuklamaların mutlak surette Anayasa
Mahkemesince gerekçesiz karar sayılması gerektiğidir. AİHM'in sanığın tutukluluğa
itiraz etmesi halinde itirazı inceleyecek merciin, ilk derece mahkemesinin
kararına katılması halinde ayrıntılı gerekçe göstermesine gerek olmadığı
yönünde bazı kararları mevcuttur.[52]
AİHM'in bu görüşüne katılmak tek bir açıdan mümkündür. Eğer ki ilk derece
mahkemesi tutuklamaya hükmettiği kararında somut ve açık deliller ortaya sermiş
ve itiraz mercii de bu delillere göre karar veriyor ise tekrar delillerin
açıklanmasına lüzum yoktur. Fakat eldeki dava da olduğu gibi ilk derece
mahkemesi ortaya somut deliller koyamadan tutuklamaya karar vermiş ise itiraz
mercilerin ilk derece mahkemesi kararlarına katılmasının hukuk devletinde
mümkün değildir.[53]
makul süre sorununa geri dönecek olursak, başvurucu gözaltına alınmadan,
28/09/10 tarihinde tutuklanmıştır. Dolayısıyla, makul sürenin başlangıç noktası
bu tarihtir. Başvurucu, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013
tarihli kararı ile hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Makul süre
hesabında tartışılacak süre; 2 yıl 10 gündür. Başvurucunun 2 yılı aşkın süre
botunca alıkonulma gerekçelerinin somut olarak öğrenememiş olması, ilk
duruşmasına 7 ay sonra çıkarılması[54],
itiraz mercilerinin kararlarının formül gerekçe olması nedeniyle Anayasa
Mahkemesi bizimde katıldığımız üzere başvurucunun tutukluluğunun makul olmadığı
sonucuna ulaşmıştır.[55]
SONUÇ
Avrupa
insan hakları sözleşmesinin 5/1-a bendi Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından
verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulmasını kişi
özgürlünün bir istisnası olarak betimlemiştir. AİHM makul süre ihlallerine
ilişkin baktığı dorumun davalarda AİHS.nin 5/1-a bendini yorumlarken yetkili
mahkemenin tutukluluğa veya salıvermeye karar veren ilk derece mahkemesi olduğu
yorumunda bulunmuştur. Bu yorumdan çıkarılacak sonuç ise; ilk derece
mahkemesinin kararı ile kişinin hukuka uygun olarak alıkonulduğu yaklaşımının
benimsenmiş olduğudur. Dolayısıyla üç aşamalı yargı düzeninde (İlk Derece
Mahkemeleri-İstinaf- Temyiz) örneğin ilk derece mahkemesinin verdiği mahkumiyet
kararı ile sanığın hukuka uygun olarak tutulduğu varsayımı yapılmaktadır.
AİHS.nin 5/1-a bendinin bu yorumu ile makul süre ihlali başvurularında
başvurucunun istinaf veya temyiz aşamasında geçirdiği süreler makul sürenin
hesabında dikkate alınmayıp tabiri caizse bu aşamada geçen süreler sıfır olarak
hesaplanmaktadır. Zira AİHM "bir suç isnadına bağlı tutma" ve
"Mahkumiyet nedeniyle tutma" ayrımını yaparak makul süre hesabında
mahkumiyet nedeniyle tutulma sonrası geçen süreyi makul süre hesabına
katmamaktadır. Bu yorum önemli hak kayıplarına neden olabilecek bir yorumdur. Anayasa
Mahkemesi de bireysel başvuru yolu ile önüne gelen makul süre ihlallerine
ilişkin yaptığı değerlendirmelerde incelediğimiz ve değindiğimiz onlarca karar
sonrası gördüğümüz üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu yorumunu aynen
benimsemektedir. Halbuki 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunumuzun Tanımlar başlıklı 2. maddesinde "Kovuşturma"
evresini; ilk derece mahkemesi kararı veya İstinaf veyahut Temyiz aşaması diye
ayırmamış kararın kesinleşmesi aşamasına kadar uzatmıştır. Nitekim ceza
davalarında ilk derece mahkemesinin kararı bölge Adliye Mahkemelerinin de
yürürlüğe girmesi ile bazen istinaf aşamasında bazen temyiz aşamasında
kesinleşebilmektedir. Ceza Muhakemesi sistemimizin bir bütün olarak kabul
ettiği kovuşturma evresine rağmen Anayasa Mahkemesinin, AİHM.nin içtihatlarla oluşturduğu
"bir suç isnadına bağlı tutulma" ve "Hüküm sonrası tutulma"
ayrımını benimsemekte ısrar etmesi Türkiye gibi uzun temyiz sürelerinin
yaşandığı bir ülkede, temyiz aşamasının makul süre hesabında hesaba katılmaması
hem CMK nezdinde yanlış hem de kişi özgürlüğü ilkesinin bir ihlali
niteliğindedir.
KAYNAKÇA
FEYZİOĞLU,
Metin, “Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami
Süre”, AUHFD, 2010, C.59(1)
KUNTER,
Nurullah/ YENİSEY, Feridun/ NUHOĞLU, Ayşe: “Muhakeme
Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi
Hukuku”, İstanbul 2006
ÖNCÜ, M. “AİHM Kararları Işığında Yakalama, Gözaltına
Alma, Tutuklama ve Aramada Makul Şüphe”,
Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015 C.10
ÖZEN, Muharrem./
GÜNGÖR, Devrim./ ERGÜN, O., Güneş. “Avrupa
İnsan Hakları Kararları Işığında
Türk Hukukunda Azami Tutukluluk Süresinin Hesaplanmasına İlişkin Değerlendirmeler.” Ankara Barosu
Dergisi, 2010/4
ÜNAL, Şeref.
“Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”,
Ankara 1995
YENİSEY,
F., NUHOĞLU, A. “Ceza Muhakemesi Hukuku”,
İstanbul, 2014
Başvurulan Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi Kararları
Erdem-Almanya
davası (Başvuru No. 38321/97)
Labita-İtalya
(Başvuru No. 26772/95)
Kudla-Polonya
(Başvuru No. 30210/96)
Mansur
v. Türkiye (Başvuru No: 16026/90)
Tomasi
v. Fransa ( Başvuru No: 12850/87)
Seyhmus
Uğur ve Diğerleri v. Türkiye (Başvuru no: 1968/07, 3608/07, 14474/07, 35240/07,
35252/07, 36503/07, 36505/07, 36509/07, 36541/07, 36544/07, 36556/07, 36563/07,
36571/07, 36573/07, 36582/07, 36586/07, 36593/07, 15637/08, 34229/08, 36489/08,
36492/08, 36493/08, 37232/08 ,37233/08)
Cahit
Demirel v. Türkiye (Başvuru no. 18623/03)
Pélissier ve
Sassi v. Fransa (Başvuru No:25444/94)
Sağnak v. Türkiye (Başvuru No:45465/04)
Yiğitdoğan v. Türkiye (Başvuru No: 20827)
Solmaz v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02)
Dereci
v. Türkiye (Başvuru No: 77845)
Ali
Rıza Kaplan v. Türkiye (Başvuru no: 24597/08)
Nedim
Şener v. Türkiye (Başvuru no: 38270/11),
Solmaz
v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02),
Gerger-Türkiye
(Başvuru No. 24919/94)
Neumeister-Avusturya
(27 Haziran 1968 tarihli karar, Seri A No. 8)
Jablonski-Polonya
(21 Aralık 2000 Başvuru No. 33492/96)
Wemhoff-Almanya
kararı, (27 Haziran 1968, Seri A No. 7)
Olstowski-Polonya
kararı, (Başvuru No. 34052/96)
Talu
v. Türkiye ( Başvuru No: 2118/10, 4/12/2012)
Muller-Fransa (Başvuru No. 21802/92
Bouchet-Fransa (Başvuru No. 33591/96)
Vaccaro-İtalya (Başvuru No. 41852/98)
Kemal Aktaş ve Selma Irmak, (Başvuru. No:
2014/85, 3/1/2014)
Nakhmanovich/Rusya
(Başvuru. No: 55669/00)
Belevitskiy/Rusya
(Başvuru. No: 72967/01)
García Ruiz/İspanya (Başvuru. No: 30544/96)
Başvurulan
Anayasa Mahkemesi Kararları
Ahmet
Soysal Başvurusu (Başvuru.No: 2012/237)
Doğu Perinçek Başvurusu (Başvuru No:
2013/5 85)
Hanefi Avcı Başvurusu (Başvuru no:
2013/2814 )
İzzet
Alpergin Başvurusu (Başvuru No:
2013/385)
Murat
Narman Başvurusu (Başvuru.No: 2012/1137)
Mustafa
Ali Balbay Başvurusu (Başvuru no: 2012/12)
Yavuz
Pehlivan Başvurusu (Başvuru No: 2013/2312)
[1] İzmir Barosu, (İhsan
Doğramacı Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu)
[2] YENİSEY F., NUHOĞLU, A. “Ceza Muhakemesi Hukuku”, İstanbul, 2014:
Ceza Muhakemesi Kanunu iki evreli ceza muhakemesini benimsemiştir: iddianamenin
kabul edilmesine kadar “soruşturma evresi”, kabulünden sonra hükmün
kesinleşmesine kadar ise “kovuşturma evresi” terimi benimsenmiştir. Ara
soruşturmayı ise, ismini koymadan düzenlemiştir. S.559
[3]CMK 175/1: İddianamenin kabulüyle, kamu
davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlamış olur.
[4]YENİSEY F., NUHOĞLU, A.: Bu aşama
iddianamenin düzenlenmesi ile başlar ve kabul veya iade edilmesi ile son bulur.
İddianamenin düzenlenmesinden, kabul veya iade edilmesine kadar geçen evre…”ara
soruşturma” niteliğindedir S. 560
[5]Zorunluluk
ilkesi üç alt başlığı barındırır. İlk olarak savcı, suç şüphesinin oluşması ile
olaya el koyar. İkinci olarak, suçun işlendiğine dair yeterli şüphenin varlığı
halinde savcı iddianame düzenlemek zorundadır. Son olarak, iddianamenin kabulü
halinde savcı ceza davasını takip etme mecburiyetindedir.
[6]YENİSEY, F., NUHOĞLU A.: Yeterli şüphe
toplanan hukuka uygun delillerin mahkumiyet olasılığını%51’i geçecek
şekilde…göstermesi gerekir. S. 561
[7]YENİSEY, F., NUHOĞLU, A.: S. 356
[8]Öncü, M. “AİHM Kararları Işığında Yakalama, Gözaltına Alma, Tutuklama ve Aramada
Makul Şüphe”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015 C. 10
S. 125-126
[9]FEYZİOĞLU, Metin,“Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010, C.59(1) S. 36
[10]FEYZİOĞLU, Metin,“Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010, C.59(1) S. 40 : Kanun koyucu, makul süre
kavramının belirsizliğinden yola çıkarak, tutuklamada azami süreler kabul
etmiştir. ÜNAL, Şeref. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, Ankara
1995, s. 157.
[11]FEYZİOĞLU, Metin,“Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010, C.59(1) S. 43
[12]TOROSLU, Nevzat/ FEYZİOĞLU, Metin:Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2009
S.227
[13]
AİHM 9.1.2003 tarihli Shishkov kararında 6 ay 3 haftalık
tutuklama süresinin m.5/3’ün ihlali olarak değerlendirmiş; m.5/3 ‘ün belirli
bir süreyi aşmayan gerekçesiz tutuklama kararlarını talere edecek biçimde
yorumlanamayacağına; yetkili merciin tutuklamanın her aşamasında, bu aşamanın
kısa olup olmadığına bakılmaksızın ikna edici biçimde gerekçelendirmek zorunda
olduğuna karar vermiştir. Bir başka AİHM kararında ise kişi özgürlüğü hakkının
ancak çok dar bir alanda sınırlandırılabileceğine dair örnek bir yorum
yapılmıştır. Buna göre isnat edilen suçun terör suçu olmasının tek başına tutukluluk
halinin devamı için yeterli bir sebep olmadığı belirtilmiştir. (
Tomasi v. Fransa, 27.8.1992) söz konusu isnat edilen suçun ağır olması
tek başına tutukluluk süresinin uzatılmasına gerekçe olamayacağı; terör
olaylarının gerçekleştiği ilk günlerde kamu düzeninin zarar görme riskinin
bulunduğunun varsayılması makul bir gerekçedir. Fakat belirli bir sürenin
geçmesi halinde de bu riskin hala var olduğu şüphesinin kanıtlanması gerekir.
Bu yorum tutukluluğun incelenmesi aşamasında her ileri tarihli incelemede daha
kuvvetli şüphenin varlığının gerekçelendirilerek ve ikna edici biçimde
gösterilmesi ilkesine uygun bir yorumdur.
[14].YENİSEY, F., NUHOĞLU, A., s.388
[15]
AY 19/6 "Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve
soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları
vardır."
[16] 27 Haziran 1968, Başvuru No:
2122/64
[17]ÖZEN, Muharrem./ GÜNGÖR, Devrim./ ERGÜN,
O., Güneş. “Avrupa İnsan Hakları
Kararları Işığında Türk Hukukunda Azami Tutukluluk Süresinin Hesaplanmasına
İlişkin Değerlendirmeler.” Ankara Barosu Dergisi, 2010/4 S.184. Benzer
Yöndeki kararlar için bkz.
Erdem-Almanya
davası (5 Temmuz 2001, Başvuru No. 38321/97, paragraf 39), Labita-İtalya
(Başvuru No. 26772/95, paragraf 152 vd.), Kudla-Polonya (Başvuru No. 30210/96,
paragraf 110)
[18] 8
Haziran 1995, Başvuru No: 16026/90
[19] Karar Tarihi:18/6/2014, Başvuru Numarası:
2013/2814. Hanefi Avcı Başvurusu'nda
makul süre ölçütleri tartışılmıştır. Anayasa Mahkemesi ilgili kararında;
başlangıçta belirtilen tutuklama nedenlerinin belli bir süreye kadar
tutukluluğun devamı için yeterli görülebileceğini fakat bu süre geçtikten
sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin
gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi zaruri olduğu,. bu gerekçeler “ilgili” ve “yeterli” görüldüğü
takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmesi
gerektiği, davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık
sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin
değerlendirilmesinde dikkate alınacağı belirtilmiştir. Makul süre tespitinde
paralel ölçütler AİHM içtihatlarınca da benimsenmiştir.Bkz: AİHM.nin 24
başvurucuya ilişkin Seyhmus Uğur ve Diğerleri v. Türkiye (
(Başvuru no: 1968/07, 3608/07, 14474/07, 35240/07, 35252/07, 36503/07,
36505/07, 36509/07, 36541/07, 36544/07, 36556/07, 36563/07, 36571/07, 36573/07,
36582/07, 36586/07, 36593/07, 15637/08, 34229/08, 36489/08, 36492/08, 36493/08,
37232/08 ,37233/08) Cahit Demirel v. Türkiye (Başvuru no. 18623/03)
"AİHM, yargılamanın süresinin makul olup olmadığının, davaya ilişkin
olaylar ışığında ve davanın karmaşıklığı, başvuranın ve ilgili makamların
tutumu kriterleri göz önünde tutularak değerlendirilmesi gerektiğini
belirtmiştir" Pélissier ve Sassi
v. Fransa (Başvuru No:25444/94).,
Sağnak
v. Türkiye (Başvuru No:45465/04), Yiğitdoğan v. Türkiye (Başvuru No: 20827),
Solmaz
v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02)
[20]Karar
Tarihi: 25/6/2015, Başvuru Numarası: 2013/5 85: Makul süre ölçütlerine
ilişkin Doğu Perinçek Başvurusu yol gösterici niteliktedir. Buna göre;
yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi açısından
gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının adli
kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın karmaşıklığının,
suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı uzatma ya da makul
sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve davranışlarının dikkate
alınması gerektiğini davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı
veya sanık sayısının, gibi faktörlerin sürecin işleyişinde gösterilen özenin
değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği, tüm bu unsurların birlikte
değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca
varılabileceği belirtilmiş olup, tutuklamanın devamına karar verilirken,
davanın genel durumunun yanında, tahliyesini talep eden kişinin durumunun da
dikkate alınmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir.
[21] AİHS m.5/1-a “Kişinin
yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine uygun olarak hapsedilmesi.”
[22] Dereci v. Türkiye (Başvuru No:
77845), Ali Rıza Kaplan v. Türkiye (Başvuru no: 24597/08), Sağnak v. Türkiye (Başvuru No:45465/04),
Nedim Şener v. Türkiye (Başvuru no:
38270/11), Solmaz v. Türkiye (Başvuru
No. 27561/02), (Gerger-Türkiye, Başvuru No. 24919/94)
[23] Ceza Muhakemesi Kanunu
mad. 101
[24] Neumeister-Avusturya (27
Haziran 1968 tarihli karar, Seri A No. 8, s. 37, paragraf 4-5; s. 38, paragraf
8; s. 40, paragraf 12; s. 41, paragraf 15), Jablonski-Polonya (21 Aralık
2000 Başvuru No. 33492/96, paragraf 83-84), Labita-İtalya davası kararı (6 Nisan 2000, Başvuru No. 26772/95,
paragraf 171-173). AİHM, Sözleşme’nin 5. Madde 3. fıkrasında belirtilen
sürenin makul süre hesabının sona erdiği tarihin“söz konusu kişiye isnat edilen
suçun ilk derece mahkemesi tarafından olsa bile sabit bulunduğu tarih” olduğunu
vurgulamaktadır., Olstowski-Polonya
(15 Kasım 2001, Başvuru No. 34052/96, paragraf 67). Kudla-Polonya davası, ( 26 Ekim 2000 tarihli karar, Başvuru No.
30210/96, paragraf 104); AİHM temyiz süresinde geçen tutuklama
sürelerinin makul süre hesabına katılmadığı içtihadını bu kararında da
göstermiştir. mahkemece makul süre hesabı iki farklı süreden oluşur. Bunlar
başvurucunun yakalanıp göz altına alındığı tarih ile yetkili ilk derece mahkemesini vereceği karar
arasındaki süre ve mahkumiyet nedeniyle geçirilen süre şeklindedir.
[25]
Zira Cahit
Demirel v. Türkiye davasında AİHM başvurucunun AİHS’nin 5/1 (a) maddesi
uyarınca mahkumiyet sonrası hükümlülük süresini -yani 25 Aralık 2001 ve 9 Ekim
2002 tarihleri arasındaki süreyi -özgürlüğünden yoksun bırakıldığı toplam
süreden çıkardıktan sonra, somut davada dikkate alınacak sürenin yaklaşık altı
yıl dört ay olduğu kanaatine varmıştır. Aynı yöndeki Solmaz v. Türkiye davasında
başvurucunun yakalanıp bir suç isnadı ile tutuklandığı 23 ocak 1994 tarihi ile
, ilk derece mahkemesi olan Devlet Güvenlik Mahkemesinin tutuklama kararı
arasındaki süreyi makul süre hesabında göz önene almıştır. Bunun nedeni AİHM.nin AİHS 5/1-a da yer alan
yetkili "mahkeme kararı ile tutuklanma" yorumundan kaynaklanmaktadır.
Somut olayımızda halbuki başvurucu 15 mayıs 2001 de Yargıtay'ın mahkumiyet
kararını bozmasına kadar henüz mahkum sıfatını almamışken alıkonulmuştur.; Labita-İtalya
(Başvuru No. 26772/95, paragraf 171-173, 6 Nisan 2000) kararında AİHM,
makul sürenin hesabının kesildiği tarihin kişinin ilk derece mahkemesi
tarafından mahkum edildiği tarih itibarıyla son bulduğunu belirtmiştir.Aynı
Yönde bkz. Wemhoff-Almanya kararı, (27 Haziran 1968, Seri A No. 7, s. 23,
paragraf 9). Olstowski-Polonya kararı,
(15 Kasım 2001, Başvuru No. 34052/96, paragraf 67.)
[26] Doğu
Perinçek Başvurusu. 2013/5885. 25.6.2015 :Anayasa Mahkemesi bireysel
başvuru yoluyla önüne gelen makul süre ihlalinde ilişkin kararında; Tutukluluk süresinin hesabında ilk
derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması
gerektiği, yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkum
edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu”
olma kapsamından çıktığı ve tutuma nedeninin ilk derce mahkemesince verilen
hükme bağlı olarak tutma haline dönüştüğü, bu bakımdan temyiz aşamasında geçen
sürelerin tutukluluk süresinin değerlendirilmesinde göz önünde
bulundurulamayacağı belirtilmiştir.
[27] B. No: 2013/385, 14/7/2015
[28] B. No: 2013/385, 14/7/2015, ( Zühtü Arslan ve Engin Yıldırım'ın
Karşı oy Yazısı Paragraf 5) "Görüldüğü üzere derece mahkemesi başvurucunun
kişisel durumunu hiç bir şekilde dikkate almadan, genel ifadelerle tahliye
talebini reddetmiştir."
[29]
Nitekim, İzzet Alpergin başvurusunda
Anayasa Mahkemesi kararın 41. paragrafında konuya ilişkin olarak; Yakalama veya
tutuklama anındaki delillerin, kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak
düzeyde olmayabileceği, Zira tutukluluğun amacının, yürütülen soruşturma
ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan
şüphelilerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha
sağlıklı bir şekilde yürütmek ve ilerletmek olduğu belirtilmiştir. Buna göre
suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgular ile ceza
yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe
oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekeceği yorumunda
bulunmuştur.
[30] Karar
Tarihi: 25/6/2015, Başvuru Numarası: 2013/5 85
[31]
Halbuki tutukluluğun devam etmesi ile geçen
sürede, başvurucunun derhal salıverilme talebinin ulaştığı itiraz
merciisi, tutukluluk halinin devamına karar verebilmesi için soruşturma
evresindeki tutuklama nedenlerinden daha kuvvetli suç şüphesinin varlığına
ulaşılması gerekmelidir.bkz: Anayasa Mahkemesi'nin Mustafa Ali Balbay Başvurusu (Başvuru
no: 2012/12 § 73); Murat Narman (B.No: 2012/1137, 2/7/2013,
§ 63) Aynı Yönde AİHM kararlar, Murrey v. Birleşik Krallık (Başvuru No: 14310/88, 28/10/1994,
paragraf:55); Talu v. Türkiye ( Başvuru No: 2118/10,
4/12/2012, Paragraf 25).
[32]
Formül gerekçe kavramı ile belirtilmek istenen verilen kararın gerekçesiz
olmasıdır. 1982 Anayasasının Duruşmaların
açık ve kararların gerekçeli olması başlıklı 141. maddesi uyarınca
mahkemenin vereceği tüm kararlar gerekçeli olmak zorundadır. Anayasa bu
zorunluluğu ararken, mahkemeler kanunda yazılı gerekçelerin aynısını
kararlarına koymaları, ilamlar gerekçeli kılmayacaktır. Bu konuda Anayasa
Mahkemesinin ay 19'un ihlali olarak gördüğü ; Hanefi Avcı Başvurusu (Başvuru no: 2013/2814 paragraf 86)
örnek verilebilir.
[33]
İddianamede isnat edilen suçlamalara ilişkin savcılığın elindeki delillere
dayanarak AY Mahkemesi bu sonuca ulaşmıştır. İddianamedeki deliller; teknik
takip ve teknik izleme tutanakları, arama el koyma tutanakları, fotoğraflı
görüntü ve ses kaydı çözüm tutanakları el konulan CD, DVD, Flash Bellek
inceleme tutanakları, el konulan yazılı örgütsel doküman içeriği, şüphelilerin
örgütsel faaliyetlerine ilişkin elde edilen elektronik doküman içeriği olarak
belirtilmiştir.
[34] B. No: 2013/385, 14/7/2015,
paragraf 80-81.
[35] Muller-Fransa (Başvuru No.
21802/92); AİHM 1997 tarihli bu başvuruda, makul sürenin başlangıcının;
başvuru sahibinin gözaltına alındığı tarih olan 1988 yılından başlayarak
hesaplamıştır.
[36] İsnat edilen suç,
başvurucunun da üyesi olan DEMEP'in silahlı terör örgütü olan PKK/KCK
yapılanmasının bir parçası olarak terör faaliyetin bulunduğudur iddiasıdır.
[37] Görülen davada sanık
sayısı 72'dir.
[38] B. No: 2013/2312, 4/6/2015
[41] 20 Mart 2001, (Başvuru No. 33591/96,
Paragraf 81), "Üçüncü kişilerden ele
geçirilmiş ve suçlamanın temelini teşkil eden esaslı delillere ulaşılamaması
belli bir süreye kadar makul karşılanabilir."
[42] Başvuru No: 2013/5885. 25.6.2015:
[43] Anayasa Mahkemesi 'nin bu
ayrımı benimsediğini gösteren kararı için bkz. Ahmet Soysal, B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66- 67
[44]Hanefi
Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014: AİHM kararlarına göre, tutukluluk
süresinin hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk defa yakalanıp
gözaltına alındığı tarik olduğu, bu sürenin, kişinin serbest bırakılmasıyla ya
da derece mahkemesinin kararı ile sona erdiğini, derece mahkemesi ile
tutukluluğun “mahkumiyet sonrası tutma” haline dönüştüğü belirtilmiştir.
[45]
Bu durumda göz altına alındığı süreden ilk derece mahkemesinin kararına kadar
geçen süre bir suç isnadına bağlı tutma halidir ve makul sürenin
hesaplanmasında sadece bu süreler dikkate alınır. İlk derece mahkemesinin
verdiği karardan sonra hüküm nedeniyle tutma hali başlar ve bu süreler makul
sürenin hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dolayısıyla temyiz aşamasında geçen
süreler AİHM ve AY Mahkemesi nezdinde sıfırdır.
[46]Doğu Perinçek Başvurusu. 2013/5885.
25.6.2015: derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar
verirken belirli bir süre “suçun vasıf
ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol
tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK 100/3-a maddesinde sayılan
suçlardan olması şeklinde gerekçelere dayanmıştır.
[47] Aynı yönde bkz. Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No:
2014/85, 3/1/2014, § 46
[48] Başvuru
No: 2013/2814. 18/6/2014
[49]Hanefi
Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014: Savcılıkça düzenlenen iddianamede
özetle başvurucunun, devrimci karargah örgütü üyelerine bilerek ve isteyerek
yardım ettiği, soruşturma kapsamındaki örgüt üyesi olduğu iddia edilen şüpheli
N.K.’ ye bilgi aktardığı ve polis takibinden kurtulması için yardımda
bulunduğu, soruşturmanın gizliliğini ihlal eden eylemlerin tespit edildiği,
Eskişehir ili Emniyet Müdürlüğündeki makamında yapılan aramalarda izinsiz
dinleme sonucu elde edilen ses kayıtlarının ele geçirildiği ve kişisel veri
niteliğindeki bilgilerin saklandığı, ikametinde ruhsat süresi dolmuş ve veriliş
amacı ortadan kalkan silahların ele geçirildiğinden bahisle kamu davası
açılmıştır.
[50]
Tutuklama kararının gerekçesi özet olarak; terör örgütü mensuplarına isteyerek
yardım etmek, yargı mensuplarını etkilemek, terörle mücadelede bulunan kişileri hedef gösterme, aleyhine mevcut delil
durumu, yüklenen suçları işlediğine dair
kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu ve delillerin
tam olarak toplanmamış olması, şüphelinin konumu itibarıyla bir kısım delilleri
yok etme, değiştirme veya değiştirme olasılığı gerekçesi ile tutuklama kararı
verilmiştir.
[51]
Zira AİHM bu konuda Türkiye ve Rusya'dan bir çok başvuruyu incelemiştir.bkz: Nakhmanovich/Rusya,
B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007,
§ 9.
[52] bkz:
García
Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26
[53]
Zira Anayasa Mahkemesi bu konuya ilişkin; Somut olayda, Derece Mahkemelerince verilen
tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri
incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve
tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı
hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk
halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. (Hanefi
Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014, paragraf:85)
[54] Hanefi
Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014, paragraf:78.
[55] Hanefi
Avcı Başvurusu. (2013/2814. 18/6/2014, paragraf: 86); "Açıklanan
nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin makul olmadığı ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle
reddedildiği yönündeki şikayeti yönünden Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci
fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesine.."
Yorumlar
Yorum Gönder