"TUTUKLAMADA MAKUL SÜRE" KAVRAMININ ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU İÇTİHADLARI IŞIĞINDA İNCELENMESİ


Yüksek Lisans Tezi/Bitirme Projesi Danışmalığı için

İletişim: 0555 036 46 25

Sitemizi ziyaret edin: tezprojeyaz.wix.com/tezproje

İnstagram: @tezprojedanışmanlığı

Bu Çalışmamam İstanbul Barosu Dergisi 2016/6. Sayısında Yayımlanmıştır.

Çalışmaya ilişkin bir sorularınız varsa yorumlar bölümünden yazabilir veya bana mail atabilirsiniz:
kaanmahmuterdem@gmail.com
555 036 46 25

"TUTUKLAMADA MAKUL SÜRE" KAVRAMININ ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU İÇTİHADLARI IŞIĞINDA İNCELENMESİ

Av. Kaan Mahmut Erdem[1]

ÖZET
         Koruma tedbirleri arasında en ağır tedbir tutuklama kararıdır. Dolaysıyla Ceza Muhakemesi Kanunu uyarınca soruşturma veya kovuşturma evresinde tutuklama kararına hükmedilmesi kural değil istisna niteliği taşır. Tutuklama kararı ile toplum yararı üstün tutularak yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi amaçlanır. Fakat toplum yararının yanında birey yararın göz ardı edilmemesi ölçülülük ilkesinin gereğidir. Ayrıca kanunilik ilkesi gereği tutuklama kararı verilebilmesi ancak  kanunda aranan bütün şartların gerçekleşmesi ve tutuklamanın alternatifi olarak CMK  109. maddede düzenlenen adli kontrol yolunun istenen amaca yetmeyeceğinin gerekçeli olarak açıklanması halinde mümkündür. Bir kere tutuklama kararı verilmesi bunun geri dönülmez olduğunu göstermez. Bu karar verildiği andan itibaren tutuklamanın gerekli olmadığı veya istenen amaca ulaşılması halinde derhal tutukluluk haline son verilmelidir. Bu noktada incelenecek olan makul süre kavramına dair AİHM ve Anayasa Mahkemesi ölçütleri yol göstericidir. Son olarak CMK sistematiği birey yararını öne çıkartmak isteğiyle tutuklamada azami süreler belirlemiştir. Bu sürelerin varlık amacı daha çok makul süre kavramının muğlak olmasına bağlanabilir.

Anahtar Sözcükler: Sanık-şüpheli, Soruşturma-Kovuşturma, Tutuklama. Tutuklama Şartlar, Makul süre kavramı, Suç isnadına Bağlı Tutuklama ve Hüküm Nedeniyle Tutuklama


1. BÖLÜM

TÜRK MEVZUATINDA TUTUKLAMA TEDBİRİ

            I.            "ŞÜPHELİ"-"SANIK" VE "SORUŞTURMA"-"KOVUŞTURMA" AYRIMI  (CMK 2)

         Ceza Muhakemesi Kanunu'nun Tanımlar başlıklı 2. maddesi uyarınca şüpheli ve sanık kavramları ile bu ayrıma uygun olarak soruşturma ve kovuşturma evreleri tanımlanmıştır. Şüpheli kavramı ile soruşturma evresinde, suç şüphesi altında bulunan kişi tanımlanmak istenmiştir. Dolayısıyla soruşturma evresi, kanuna göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilmesinden iddianamenin kabulüne kadar geçen evredir. Genel olarak ceza muhakemesi sistematiğimizde üç evrelidir. Bunlar soruşturma, ara evre ve kovuşturma evreleridir. Ne kadar Ceza Muhakemesi Kanunu iki  evreli bir sistemi benimsemiş gibi gözükse de bir diğer evreyi kapalı olarak düzenlediğini söyleyebiliriz.

         Sanık sıfatı ise, kovuşturmanın başlamasından itibaren hükmün kesinleşmesine kadar, suç şüphesi altında bulunan kişiyi ifade eder.[2] Yine bu doğrultuda kovuşturma evresi iddianamenin kabulü ile başlayıp, hükmün kesinleşmesine kadar geçen evredir. Kovuşturma evresinin başlaması ile CMK175/1[3] gereği kamu davası açılmış olur ve bu noktada şüpheli sanık sıfatı kazanır ve sanık haklarından yararlanır. İşte tam  bu noktada üçüncü evre olarak tanımlanan ara evre karşımıza çıkmaktadır. Soruşturma evresinin sonu olan iddianamenin yazılması ile kovuşturma evresinin başlangıcı olan iddianamenin kabulü arasındaki evre ara soruşturma evresidir.[4] Ceza Muhakemesi sistematiğimizde zorunluluk ilkesi[5] gereği savcı suç şüphesi oluştuğu andan itibaren olaya el koymak zorundadır. Bu yetki ihtiyari değildir. Burada savcı en az yoğunlukta şüphe, yani basit şüphe ile hareket eder. Suç işlendiğine dair yeterli şüphenin[6] varlığı halinde ise savcı tarafından iddianame düzenlenip mahkemeye gönderilir.Burada soruşturma evresi biter ve ara soruşturma evresi başlar.Ara soruşturma evresinde iddianame ilgili mahkemenin önüne gelir. Bu aşamada iddianame ya geri gönderilir ya da kabul edilerek kovuşturma evresine geçilir. Kesin hüküm kovuşturma evresinin sonunda ortaya çıkar.Aşağıda tartışılacağı üzere ceza muhakemesi sistematiğimizde temyiz aşaması da kovuşturma evresine dahildir.

         II.            KORUMA TEDBİRİ OLARAK "TUTUKLAMA" (CMK100/101)
         Tutuklama kararı koruma tedbirleri arasında  Anayasa 19 ve AİHS Madde 5 ile koruma altına alınan kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkına en büyük müdahaleyi barındırır. Dolayısıyla tutuklama kararına hükmedilmesi ağır şartlara bağlanmalıdır. Nitekim CMK 100 gereği tutuklama; ancak kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin varlığı ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbirinin ölçülü olmaması halinde, tutuklamam kararının verilemeyeceği noktasındadır. Dolayısıyla tutuklama kararına hükmedilebilmesi için şu üç şartın birlikte bulunması zorunludur. Kuvvetli suç şüphesi, tutuklama nedeninin varlığı ve tutuklama nedeninin ölçülü olması.[7] Bunun tek istisnası yine CMK 100/3 de belirtilmiştir. Burada belirtilen katalog suçlarda sadece kuvvetli suç şüphesinin varlığı tutuklama kararının verilebilmesi için yeterli görülmüştür.[8] Tutuklama nedeni ise; şüphelinin veya sanığın kaçacağı veya delilleri yok edeceği veyahut da üçüncü kişiler üzerinde baskı yapacağı şüphesinin varlığı halinde kabul edilir.Tutuklama peşin bir cezalandırma yöntemi değildir.[9] Ancak toplum yararının birey yararına üstün geldiği durumlarda bu tedbire başvurulması makul gözükse de her vakıada tutuklama nedenlerinin varlığının araştırılması mecburidir. Bunun aksi uygulamalar hem Anayasaya hem de Türkiye’nin kabul ettiği uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil eder.

      III.            TUTUKLULUKTA GEÇECEK "AZAMİ SÜRELER" (CMK 102)
         Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tutuklamada azami süreleri kabul etmesinin temel nedeni makul süre kavramının muğlak oluşudur.[10]Azami sürelerin varlığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin etkisiyle başka bazı ülkelerin hukuklarında da kabul edilmiştir. Örneğin İskoç hukukunda bu süre sanığın işlediği suç ne kadar ağır olursa olsun 110 gündür. Türk mevzuatında bu konu CMK 102'de düzenlenmiştir. Buna göre; ağır ceza mahkemesinin görevine girmeyen işlerde tutukluluk süresi en çok bir yıldır. Ancak, bu süre, zorunlu hallerde gerekçeleri gösterilerek altı ay daha uzatılabilir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde ise tutukluluk süresi en fazla iki yıldır. Fakat bu süre de gerekçeleri gösterilerek üç yıl daha uzatılabilir. Belirtilen düzenleme de istisna olan uzatma süresinin kuraldan daha fazla oluşu kanun yapma tekniğinin yasa koyucuda gelişmemiş olmasından kaynaklanmaktadır.[11] 5235 Sayılı Kanunun 12. Maddesi ağır ceza mahkemelerinin görevini düzenlemiştir. Burada ikili bir ayrım yapılmalıdır. İlkin yağma, irtikap, belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık veya hileli iflas gibi katalog suçlarda süreye bakılmaksızın ağır ceza mahkemesi görevli kılınmıştır. İkinci olarak, 10 yıldan fazla hapis cezası gerektiren suçlarda yine ağır ceza mahkemesi görevlidir. Sonuç olarak asliye ceza mahkemeleri görevine giren işlerde azami süre toplam bir buçuk yıl olarak belirlenmişken, ağır ceza mahkemesinin baktığı davalarda bu süre uzatma ile beş yıldır. Bu sürelerin hesaplanmasında soruşturma ve kovuşturma ayrımı yapılmamıştır. Şüpheli tutuklanmadan evvel gözaltına alındı ise sürelerin hesaplanmasına şüphelinin gözaltına alındığı tarih esas alınır. Kanundaki azami sürelerin dolması ile birlikte, tutukluluk hali başka bir işleme gerek kalmadan son bulur.[12]

      IV.            AİHS M.5-AY 19 "KİŞİ HÜRRİYETİ VE GÜVENLİĞİ"
         Kişi özgürlüğü ve güvenliğine hakkı AİHS 'in 5. maddesi ile uluslar arası düzeyde koruma altına alınmıştır. 1982 Anayasasının kişi özgürlüğü ve güvenliği başlıklı 19. Maddesinin 3. Fıkrasında tutuklama şartlarının tamamının bir arada bulunması halinde ancak hakim kararıyla tutuklamaya karar verilebileceğin belirtmiş ve aynı maddenin 7. Fıkrasında ve AİHS 5/3 ise makul sürede yargılanmayı isteme hakkını düzenleyerek kişi özgürlüğünün ancak istisnai olarak kısıtlanabileceğini hüküm altına alınmıştır. Tutukluluğun devamı sırasında ise her incelemede gösterilmesi zorunlu olan gerekçede ilk tutuklama kararından daha kuvvetli suç şüphesi[13] bulunduğunun gösterilmesi gerekir.[14]

         V.            TUTUKLULUĞUN İNCELENMESİ / CMK108
         Tutuklama kararının verilmesinden itibaren şüpheli veya sanık, tutukluluğun incelenmesini ve soruşturma veya kovuşturma evresinde serbest bırakılmasını görevli mercilerden talep edebilir. Anayasamızın 19/6 fıkrası[15] bu hakkı güvence altına almıştır. Bunun yanı sıra sulh ceza hakimi zorunlu olarak belirli aralıklarla tutuklama kararı incelemekle mükelleftir. Bu inceleme için ayrıca şüpheli veya sanığın talepte bulunması gerekmez. Nitekim CMK 108 gereği en geç otuzar günlük süreler itibariyle tutukluluk halinin devamının gerekip gerekmediği hususunda cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi 100 üncü madde hükümlerini göz önünde bulundurarak şüphelinin kendisinin veya müdafisinin dinlenilmesi suretiyle  yeni bir karar verir. Burada esas amaç geçen sürede tutuklama ile ulaşılmak istenen yargılamanın sağlıklı yürütülmesi gayesine ulaşılıp ulaşılmadığının incelenmesidir. Tüm delilerin toplanılması veya üçüncü kişilere baskı yapılmasının alınan tedbirlerle önlenmesi halinde şüphelinin daha fazla tutuklu kalmasında bir yargısal ve toplumsal bir fayda kalmayacaktır. Dolayısıyla bu durumda kişi hürriyeti hakkının doğası gereği şüpheli derhal serbest bırakılmalıdır.


2. BÖLÜM

ANAYASA ŞİKAYETİ VE AİHM  İÇTİHATLARI IŞIĞINDA TUTUKLAMADA MAKUL SÜRE KAVRAMININ TAHLİLİ

            I.            AİHM VE AY MAHKEMESİNİN MAKUL SÜRE ÖLÇÜTLERİ

AİHM Wemhoff v. Almanya[16] kararında tutuklulukta geçen sürenin makul olup olmadığı her somut olayda ayrıca değerlendirilmesi gerektiği yorumda bulunmuş ve bu değerlendirme yapılırken bazı ölçütler geliştirmiştir.[17] Buna göre suç işlendiğine dair makul şüphenin devam ediyor olması, davanın karmaşıklığı, başvurucunun tutum ve davranışları, yargılama makamının davayı özenle yürütüp yürütmediği gibi kriterler ile her somut olayda tutukluluk süresinin makul olup olmadığı ilgili mercii tarafından incelenmelidir. Ayni yöndeki AİHM.nin Mansur v. Türkiye[18] kararında; suçun işlendiğine ilişkin makul şüphenin devam ediyor olması, tutukluluk süresinin uzatılması için tek başına yeterli olmadığı ayrıca özgürlüğün kısıtlanmasını haklı kılacak geçerli ve yeterli ve gerekçelerin bulunmasının da gerektiği yorumunda bulunmuştur. Anayasa şikayeti yoluyla makul süre ihlallerine ilişkin gelen başvurularda Anayasa Mahkemesi makul süre ölçütlerini AİHM içtihatlarına paralel olarak tartışmıştır. Özellikle Hanefi Avcı[19] ve Doğu Perinçek[20] kararları bu paralelliği görmek açısından eğiticidir.

         II.            ANAYASA MAHKEMESİ VE AİHM İÇTİHATLARI İLE CMK SİSTEMATİĞİNİN FARKLILIĞI

   Avrupa İnsan Hakları mahkemesi AİHS m.5/1-a[21] dayanarak geliştirdiği içtihadında tutuklamada makul sürelerin hesabını "Suç isnadına bağlı tutulma" ve "Mahkumiyet sonrası tutulma" şeklinde ikiye ayırarak hesaplamaktadır.[22] Ceza Muhakemesi sistematiğine göre bir suç isnadına bağlı olarak tutuklama kararı; soruşturma aşamasında savcının talebi ile sulh ceza hakimi tarafından veya kovuşturma aşamasında hakim tarafından re’sen verilebilmektedir.[23] Kişi bu noktadan itibaren "şüpheli" veya "sanık" sıfatını taşıyacak fakat mahkumiyet kararı henüz kesinleşmediği için "mahkum" sıfatını taşımayacaktır. CMK uyarınca mahkumiyet kararı ilk derece mahkemesinin kararı ile değil, kanun yollarının tüketilmesi ile kesinleşir. Buna karşın AİHM, AİHS m.5/1-a da belirtilen "yetkili mahkemeyi", tutuklama kararını veren ilk derece mahkemesi olarak yorumlamaktadır.[24] Bu nedenle AİHM makul süre hesabının başlangıcının başvurucunun ilk defa yakalanıp gözaltına alındığı tarihten başlatıp, bu sürenin, kişinin serbest bırakılmasıyla ya da derece mahkemesinin kararıyla sona erdiği biçiminde yorumlamaktadır.[25] CMK sistematiğimiz ile AİHM içtihadı arasındaki temel fark "Mahkumiyet sonrası tutulma" halinin hangi aşamada başlayacağının belirlenmesidir. AİHM yetkili mahkemenin tutuklama kararına kadar geçen sürenin ancak makul süre hesabına dahil edileceğini, İlk derece mahkemesi tarafından verilen mahkumiyet kararı ile makul süre hesabının son bulacağı içtihadını geliştirmiş iken ulusal mevzuatımızda mahkumiyet kararının kesinleşmesi kanun yollarının tüketilmesi ile sağlanmaktadır. Teorideki bu fark çok mühim sonuçlara gebedir.  AİHM.nin bu içtihadı nedeniyle tutuklu olarak geçirilen temyiz aşaması AİHM tarafından makul sürelerin hesabında sıfır olarak kabul edilmektedir. Aynı yorum ceza muhakemesi kanunumuza ters düşecek şekilde Anayasa Mahkemesi tarafından da uygulanmaktadır. "Bir suç isnadına bağlı tutulma" ve "mahkumiyet sonrası tutulma" ayrımı Ceza Muhakemesi Kanunumuz tarafından benimsenmemiştir. Kovuşturma aşaması temyiz süresini de içine alacak şekilde bir bütün olarak tanımlanmıştır. AİHM.nin ilk derece mahkemesi kararından itibaren bir suç isnadına bağlı olarak tutulma hali sona ermekte ve mahkumiyet sonrası tutma hali başlamaktadır[26] yorumu Anayasa Mahkemesi tarafından da benimsenmektedir. Fakat bu uygulama Ceza Muhakemesi Kanunu sistematiğinin tamamen dışındadır. CMK tutuklama halini ikiye ayırmamış, temyiz aşamasını kovuşturma aşamasının bir parçası olarak kabul etmiştir. Zira kesin hükme ancak temyiz aşamasının sona ermesi ile ulaşılır. Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin bu uygulaması özellikle Türkiye gibi temyiz aşamasında uzun tutukluluk sürelerin sıkça yaşandığı ülkelerde büyük hakkaniyetsizliklere neden olabilmektedir.



3. BÖLÜM

TUTUKLAMADA MAKUL SÜRENİN İHLAL EDİLDİĞİNE İLİŞKİN ANAYASA MAHKEMESİNE YAPILAN BİREYSEL  BAŞVURULAR

       I.            2015 YILINA AİT SEÇME KARARLAR

A.    İzzet Alpergin Başvurusu[27]

Başvurucunun yasa dışı PKK/KCK yapılanmasına üye olmak suçundan 25/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış olduğu, 21 şüpheli ile birlikte 27-28/6/2012 tarihlerinde Cumhuriyet savcısı tarafından ifadesi alındıktan sonra Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/6/2012 tarihli ve 2012/24 Sorgu sayılı kararıyla“üzerlerine atılı suçların vasfı ve mahiyeti, atılı suçların CMK 100/3. maddesinde yazılı suçlardan olması, atılı suçlardaki ceza üst sınırına göre şüphelilerin delilleri karartma ve kaçma şüphelerinin bulunması” gerekçe[28] gösterilerek silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklandığı açıktır. Bu noktadaki temel eleştirimiz, İlk derece mahkemesin gerekçesi, isnat edilen suçlamanın CMK 100/3' te belirtilen katalog suçların birine girmesinin tek başına tutuklama sebebi olarak görmesi ve somut deliller göstermeden  formül gerekçe yöntemi ile karar verilmesidir. Kanun maddelerinin kopyala-yapıştır yapılarak gerekçe olarak belirtilmesi AİHM içtihatlarında gerekçe olarak kabul edilmeyip, AİHS.nin 6/1'in ihlali olarak görmektedir.[29] Bu husus tek başına kişi ve özgürlüğü başlıklı AY 19. maddesinin de ihlaline neden olmaktadır.[30] Başvurucu tutuklamaya itirazı etmiş, itirazı inceleyen Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/7/2012 tarihli ve 2012/376 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tutukluluğuna neden olan sebepleri somut olarak göstermek yerine “itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediği” gerekçesiyle kesin olarak reddine karar vermiştir.[31] Bu kararlar öğretide formül gerekçeler olarak kabul edilmektedir.[32] Mahkeme tutuklamanın hukuki olmadığı iddiasını iddianamede isnat edilen suçlamalara[33] yönelik kuvvetli suç şüphesinin varlığına kanaat getirerek kabul edilemez bulmuştur.Tutukluluk süresinin makul olmadığı iddiasını inceleyen Anayasa Mahkemesi, makul sürenin hesabında başlangıç noktasını, başvurucunun gözaltına alındığı 25/6/2012 tarihi olarak almış, makul süre hesabının sona erme tarihini ise ilk derece mahkemesinin beraat kararı verdiği tarih olan 10/4/2013 olarak almıştır. Dolayısıyla hesaba alınacak süre 9 ay 15 gündür.[34] Görüldüğü üzere Anayasa Mahkemesi, makul süre hesabının başlangıcını AİHM içtihatlarına yansıdığı gibi bireyin gözaltına alındığı tarihten eğer kişi gözaltına alınmadan doğrudan tutuklanmış ise o tarihten başlatmaktadır.[35] Mahkeme, başvurucunun alıkonulduğu 9 ay 15 günlük sürenin, "Başvurucuya isnat edilen suçun niteliği,[36] hakkında soruşturma yürütülen kişi sayısı[37], soruşturma konusunun kapsamı" gerekçeleri Anayasanın kişi özgürlüğü ve güvenliği maddesini düzenleyen 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edilmediği sonucuna varılmıştır.

B.     Yavuz Pehlivan ve Diğerleri Başvurusu[38]

Başvuruculardan Erdal Özkan ve Ergün Özkan 13/6/2012 tarihinde gözaltına alınmış olup, İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/6/2012 ve 17/6/2012 tarihli ve 2012/8 sayılı kararıyla “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme” iddialarından tutuklanmışlardır. Başvurucu Mardin Kışkan ise 2/7/2012-5/7/2012 tarihlerinde gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakılmış, 6/7/2012 tarihinde tekrar gözaltına alınması sonrası başvurucular Yavuz Pehlivan ve İdris Acartürk ile birlikte, İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesinin 7/7/2012 tarihli ve 2012/27 sayılı kararıyla “suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma ve devletin güvenliğine ilişkin belgeleri temin etme” suçlarından tutuklanmışlardır. Son başvurucu Burhan Karaman da ilk olarak 2/7/2012 tarihinde gözaltına alınmış ve 5/7/2012 günü serbest bırakılmış, fakat 7/7/2012 tarihinde tekrar gözaltına alınarak aynı suç isnadı ile tutuklanmıştır. Makul süre hesabında yukarıda bahsettiğimiz üzere başlangıç noktası olarak gözaltına alınma günü esas alınmaktadır. Fakat eldeki başvurulardan Merdin Kışlan ilk olarak 2/7/2012 tarihinde gözaltına alınmış 5/7/2012 günü serbest bırakılmış, hemen akabinde 6/7/2012 yılında tekrar gözaltına alınmış ve  ertesi günü tutuklanmıştır. Benzer şekilde Burhan Karaman da iki farklı gözaltı süresine maruz kalmış ve 7/7/2012 tarihinde tutuklanmıştır. Bu noktada esas tartışma konusu makul süre hesabında başlangıç için hangi sürenin esas alınacağıdır. Bu noktada AİHM Bouchet-Fransa davası kararında[39] ve Vaccaro-İtalya davasında[40]; makul sürenin hesabında şüphelilerin aynı davadan alıkoyulma süreleri arasında geçen kısmın toplamı olarak hesaplanması yorumunu yapmıştır. Anayasa Mahkemesi'nin de makul süre hesabının başlangıcını belirlerken AİHM ile aynı yorumu benimsediği görülmektedir. Zira Anayasa Mahkemesi Merdin Kışkan'ın makul süre hesabında başlangıç noktasını ilk kez gözaltına alındığı 2/7/2012 tarihinden başlatmış ve başvurucunun tahliye edildiği 11/4/2014 olarak sona erdirmiş ve başvurucunun 1 yıl 9 ay 8 gün alıkonulduğu sonucuna varmıştır. Benzer şekilde; Yavuz Pehlivan, 1 yıl 6 ay 16 gün; Burhan Kahraman’ın1 yıl 2 ay 23 gün, İdris Acartürk 1 yıl 6 ay 21 gün, Ergün Özkan 1 yıl 9 ay 28 gün, Erdal Özkan’ın ise 1 yıl 7 ay 10 gün alıkonulmuştur. Makul süre incelemesi her dava da özel olarak yapılmaktadır. Eldeki Başvuruda ihlalinin incelenmesinde esas olarak şu kıstaslara yer verilmiştir; yerel mahkemenin tutuklama kararında ve başvurucunun itirazı üzerine yetkili mercii tarafından verilen ret kararlarının içeriğinde kuvvetli şüphenin devam ettiğine yönelik yeterli gerekçenin gösterilip gösterilmediğinin, suçlamanın temelinin teşkil eden delillerin tümüne ulaşılıp ulaşılamadığının tespiti şeklindedir.  Suç isnadının temelini oluşturan delillerin ele geçirilmesi belli bir süreye kadar makul kabul edilebilir. bunun dışında şüphe sanıktan yanadır ve masumiyet karinesi temelinde birey, derhal salıverilmesini talep hakkına sahiptir.[41] Anayasa Mahkemesi de bu ilkeler ışığında suç isnadının temelinin oluşturan delillere 1yıl 2adan 1 yıl 9 aya kadar değişen dönemlerde bulunamamasının tutuklamanın haklı olarak makul süreyi aşan dereceye ulaştığı kanaatine varmıştır.

C.    Doğu Perinçek Başvurusu[42]
Başvurucunun iddiası kanun’da öngörülen azami tutukluluk süresinin iki kat uygulanması gerektiği hükmün Anayasa Mahkemesince iptal edilmesine rağmen kendisine uygulanmadığını dolaysıyla tutukluluğunun yasal bir dayanağının kalmadığının ve makul bir sürede yargılanmadığı için Anayasanın 19. Maddesini ihlal edildiğini yönündedir. Gerekli kanun yollarının tüketilmesinden sonra Anayasa Mahkemesini önüne gelen olayda, ilkin tutukluluğun yasal dayanağın kalıp kalmadığı incelenmiştir. Bu göre yargılandığı davada isnat edilen fiiller 12/4/1991 tarihli 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 10/5 maddesinde CMK 102 ‘deki azami sürelerin iki kat uygulanacağı belirlenmiş fakat bu madde Anayasa Mahkemesinin 4/7/2013 tarihli kararı ile iptal edilmiştir. İptal edilen madde resmi gazetede yayımlanmasında bir yıl sonra yürürlüğe gireceğine karar verilmiştir. Başvuru tarihi ise 29/7/2013 tür. Dolayısıyla başvurucunun ilk iddiası Anayasa Mahkemesinde haklı olarak kabul edilemez bulunmuştur. Başvurucunun ikinci iddiası makul sürede yargılanmamsı nedeniyle Anayasa 19/7’nin ihlal edildiği yönündedir. Anayasa Mahkemesinin AİHM içtihatları ile geliştirilen "suç isnadına bağlı tutulma" ve "hüküm nedeniyle tutuklanma" ayrımını benimsemiş[43] olması CMK sistematiğimiz ile aykırılık teşkil etmektedir. Zira yetkili ilk derece mahkemesinin kararı ile hüküm kesinleşmemekle birlikte kovuşturma aşaması da son bulmamaktadır. Buna göre Anayasa Mahkemesinin benimsemiş olduğu içtihat nedeniyle makul sürenin hesabında esas alınacak süre başvurucunun 21/3/2008 tarihinde gözaltına alındığı gün ile[44] ilk derece mahkemesinin mahkumiyet kararı verdiği 5/8/2013 tarihleri arasıdır.[45] Dolayısıyla başvurucu 5 yıl 4 ay 15 gün boyunca bir "suç isnadına bağlı" olarak alıkonulmuştur. Halbuki yukarıda da eleştirdiğimiz üzere AİHM içtihatları ile geliştirilen yetkili ilk derece mahkemesinin tutuklama kararına kadar makul süre hesabının yapılabileceği içtihadı Türk mevzuatına aykırıdır. Başvurucu mahkumiyet kararının kesinleşmediği temyiz süresi boyunca da bir suç isnadına bağlı olarak alıkonulmaktadır. Buna karşın temyizde geçirilen süre Anayasa Mahkemesince sıfır olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkemesi bu uygulaması ile 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanun sistematiğine zıt bir uygulamayı kabul etmiştir. Eldeki davada makul süre ölçütleri de tartışılmalıdır. Buna göre “Ergenekon Davası” olarak bilinen ve başvurucunun da yargılandığı bu davada 275 sanığın bulunması, 3500 klasörün delil olarak mahkemeye intikal ettirilmesi ve 22 ayrı davanın aralarındaki hukuki irtibat nedeniyle birleştirilmesine karar verildiği, dolayısıyla makul sürenin hesabında davanın karmaşıklığı, örgütsel suç isnadının bulunması, sanık sayısının fazlalığı göz önüne alınarak ihlalin olup olmadığı tartışılacaktır. Makul sürenin hesabında bu kriterlerin yanı sıra tutuklama nedeninin açıkça ve ayrıntılı bir şekilde gösterilmesi kişi güvenliği hakkının temel unsurudur.[46] Ayrıca tutukluluğun istek üzerine veya re’sen incelenmesi halinde tutuklama şartlarının ağırlaştırılarak ikna edici biçimde gerekçelendirilmesi şarttır.[47] Bunun aksi AY 19/7’nin ihlali olacaktır. İlk derece mahkemesinin kararında dayandığı gerekçeler ”formül” gerekçeler olması halinde de yani kanun metninin doğrudan alınıp karara kopya edilmesi halinde de kararlar gerekçesiz karar olarak değerlendirilmelidir. Sonuç olarak tutuklamanın devamına karar verilirken ortaya konan ret gerekçesinde başvurucunun kaçacağı ya da delilleri karartacağına dair inandırıcı somut olguların ortaya konulmamıştır. Kararda ileri sürülen gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. Dolaysısıyla kanunda belirtilen azami tutukluluk sürelerin aşıldığına ilişkin iddia kabul edilmemiştir. Fakat tutukluluk süresinin makul olmadığına ilişkin iddia Anayasa’nın 19/7 ‘yi ihlal ettiğine oy birliği ile karar verilmiştir.

                  II.            2014 YILINA AİT SEÇME KARAR

Hanefi Avcı Başvurusu[48]

Başvurucu, tutukluluğunun devamına ilişkin mahkeme kararlarına yaptığı itirazların formül gerekçelerle reddedildiğini, makul sürede yargılanmadığını ve suçluluğu hakkında maddi bir kanıt bulunmamasına rağmen tutukluluk halinin devam etmesinin masumiyet karinesine aykırılık teşkil ettiğini ve dolayısıyla Anayasa’nın 19. ve 36. maddelerin ihlal edildiğini iddia etmiştir. Gerekli kanun yollarının tüketilmesinden sonra bireysel başvuru yolu ile Anayasa Mahkemesine intikal eden davada dosyanın incelenmesi ile başvurucunun tutuklanması için yeterli şüphenin ve tutuklama nedenlerinin bulunduğu kanısına ulaşılmıştır.[49] Başvurucu Hanefi Avcı, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 28/09/2010 tarih ve 2010/53 sorgu numaralı kararı ile tutuklanmıştır.[50] Daha sonrasında  Başvurucu tam sekiz kere tutukluluk halinin sona ermesi talebi ile mahkemeye başvurmuş ve her seferinde, " Yüklenen suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu ve delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelinin konumu itibarıyla bir kısım delilleri yok etme, değiştirme veya değiştirme olasılığı gerekçeleri ile reddedilmiştir. Yukarıda bahsettiğimiz üzere başvurucunun mahkumiyetinin kesinlik kazanmadan evvelindeki tutukluluk halinde kişi özgürlüğü ilkesi esas olup, başvurucunun mahkemeden derhal salıverilmesinin isteme hakkı sabittir. Belirtilen hak kapsamında başvuruda bulunan sanık için gösterilen gerekçeler AİHM içtihatları uyarınca somut ve açık olmalıdır. Buna karşın eldeki davada itirazı inceleyen merciler kanun maddesinde yazılan gerekçeleri somutlandırmadan itirazları reddettikleri anlaşılmaktadır. Bu husus başlı başına AY 19'un ihlali niteliğindedir.Buna ek olarak; sanığın gerekçeden tamamen yoksun bir yargı kararı ile tutuklanması ve tutukluluğun uzatılmasının kabul edilemez olduğunun AİHM tarafından sıklıkla vurgulanmasıdır.[51] Zira kişi güvenliği ilkesi gereği ancak belirli hallerde birey alıkonulabilir. Gerekçesinin somut ve anlaşılır olmaması halinde birey neden tutuklandığını bilmeyecek adalete olan güven temelinden sarsılacaktır. Ulaşmak istediğim konu ise; formül gerekçeler ile yapılan tutuklamaların mutlak surette Anayasa Mahkemesince gerekçesiz karar sayılması gerektiğidir. AİHM'in sanığın tutukluluğa itiraz etmesi halinde itirazı inceleyecek merciin, ilk derece mahkemesinin kararına katılması halinde ayrıntılı gerekçe göstermesine gerek olmadığı yönünde bazı kararları mevcuttur.[52] AİHM'in bu görüşüne katılmak tek bir açıdan mümkündür. Eğer ki ilk derece mahkemesi tutuklamaya hükmettiği kararında somut ve açık deliller ortaya sermiş ve itiraz mercii de bu delillere göre karar veriyor ise tekrar delillerin açıklanmasına lüzum yoktur. Fakat eldeki dava da olduğu gibi ilk derece mahkemesi ortaya somut deliller koyamadan tutuklamaya karar vermiş ise itiraz mercilerin ilk derece mahkemesi kararlarına katılmasının hukuk devletinde mümkün değildir.[53] makul süre sorununa geri dönecek olursak, başvurucu gözaltına alınmadan, 28/09/10 tarihinde tutuklanmıştır. Dolayısıyla, makul sürenin başlangıç noktası bu tarihtir. Başvurucu, İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesinin 19/7/2013 tarihli kararı ile hapis ve adli para cezası ile cezalandırılmıştır. Makul süre hesabında tartışılacak süre; 2 yıl 10 gündür. Başvurucunun 2 yılı aşkın süre botunca alıkonulma gerekçelerinin somut olarak öğrenememiş olması, ilk duruşmasına 7 ay sonra çıkarılması[54], itiraz mercilerinin kararlarının formül gerekçe olması nedeniyle Anayasa Mahkemesi bizimde katıldığımız üzere başvurucunun tutukluluğunun makul olmadığı sonucuna ulaşmıştır.[55]

SONUÇ

Avrupa insan hakları sözleşmesinin 5/1-a bendi Kişinin, yetkili bir mahkeme tarafından verilmiş mahkumiyet kararı sonrasında yasaya uygun olarak tutulmasını kişi özgürlünün bir istisnası olarak betimlemiştir. AİHM makul süre ihlallerine ilişkin baktığı dorumun davalarda AİHS.nin 5/1-a bendini yorumlarken yetkili mahkemenin tutukluluğa veya salıvermeye karar veren ilk derece mahkemesi olduğu yorumunda bulunmuştur. Bu yorumdan çıkarılacak sonuç ise; ilk derece mahkemesinin kararı ile kişinin hukuka uygun olarak alıkonulduğu yaklaşımının benimsenmiş olduğudur. Dolayısıyla üç aşamalı yargı düzeninde (İlk Derece Mahkemeleri-İstinaf- Temyiz) örneğin ilk derece mahkemesinin verdiği mahkumiyet kararı ile sanığın hukuka uygun olarak tutulduğu varsayımı yapılmaktadır. AİHS.nin 5/1-a bendinin bu yorumu ile makul süre ihlali başvurularında başvurucunun istinaf veya temyiz aşamasında geçirdiği süreler makul sürenin hesabında dikkate alınmayıp tabiri caizse bu aşamada geçen süreler sıfır olarak hesaplanmaktadır. Zira AİHM "bir suç isnadına bağlı tutma" ve "Mahkumiyet nedeniyle tutma" ayrımını yaparak makul süre hesabında mahkumiyet nedeniyle tutulma sonrası geçen süreyi makul süre hesabına katmamaktadır. Bu yorum önemli hak kayıplarına neden olabilecek bir yorumdur. Anayasa Mahkemesi de bireysel başvuru yolu ile önüne gelen makul süre ihlallerine ilişkin yaptığı değerlendirmelerde incelediğimiz ve değindiğimiz onlarca karar sonrası gördüğümüz üzere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu yorumunu aynen benimsemektedir. Halbuki 5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunumuzun Tanımlar başlıklı 2. maddesinde "Kovuşturma" evresini; ilk derece mahkemesi kararı veya İstinaf veyahut Temyiz aşaması diye ayırmamış kararın kesinleşmesi aşamasına kadar uzatmıştır. Nitekim ceza davalarında ilk derece mahkemesinin kararı bölge Adliye Mahkemelerinin de yürürlüğe girmesi ile bazen istinaf aşamasında bazen temyiz aşamasında kesinleşebilmektedir. Ceza Muhakemesi sistemimizin bir bütün olarak kabul ettiği kovuşturma evresine rağmen Anayasa Mahkemesinin, AİHM.nin içtihatlarla oluşturduğu "bir suç isnadına bağlı tutulma" ve "Hüküm sonrası tutulma" ayrımını benimsemekte ısrar etmesi Türkiye gibi uzun temyiz sürelerinin yaşandığı bir ülkede, temyiz aşamasının makul süre hesabında hesaba katılmaması hem CMK nezdinde yanlış hem de kişi özgürlüğü ilkesinin bir ihlali niteliğindedir.


KAYNAKÇA
FEYZİOĞLU, Metin, “Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010,  C.59(1)
KUNTER, Nurullah/ YENİSEY, Feridun/ NUHOĞLU, Ayşe: “Muhakeme Hukuku Dalı        Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku”, İstanbul 2006
ÖNCÜ, M. “AİHM Kararları Işığında Yakalama, Gözaltına Alma, Tutuklama ve Aramada   Makul Şüphe”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015 C.10
ÖZEN, Muharrem./ GÜNGÖR, Devrim./ ERGÜN, O., Güneş. “Avrupa İnsan Hakları          Kararları Işığında Türk Hukukunda Azami Tutukluluk Süresinin Hesaplanmasına İlişkin            Değerlendirmeler.” Ankara Barosu Dergisi, 2010/4
ÜNAL, Şeref. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, Ankara 1995
YENİSEY, F., NUHOĞLU, A. “Ceza Muhakemesi Hukuku”, İstanbul, 2014

Başvurulan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararları
Erdem-Almanya davası (Başvuru No. 38321/97)
Labita-İtalya (Başvuru No. 26772/95)
Kudla-Polonya (Başvuru No. 30210/96)
Mansur v. Türkiye (Başvuru No: 16026/90)
Tomasi v. Fransa ( Başvuru No: 12850/87)
Seyhmus Uğur ve Diğerleri v. Türkiye (Başvuru no: 1968/07, 3608/07, 14474/07, 35240/07, 35252/07, 36503/07, 36505/07, 36509/07, 36541/07, 36544/07, 36556/07, 36563/07, 36571/07, 36573/07, 36582/07, 36586/07, 36593/07, 15637/08, 34229/08, 36489/08, 36492/08, 36493/08, 37232/08 ,37233/08)
Cahit Demirel v. Türkiye (Başvuru no. 18623/03)
Pélissier ve Sassi v. Fransa (Başvuru No:25444/94)
Sağnak v. Türkiye (Başvuru No:45465/04)
Yiğitdoğan v. Türkiye (Başvuru No: 20827)
Solmaz v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02)
Dereci v. Türkiye (Başvuru No: 77845)
Ali Rıza Kaplan v. Türkiye (Başvuru no: 24597/08)
Nedim Şener v. Türkiye (Başvuru no: 38270/11),
Solmaz v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02),
Gerger-Türkiye (Başvuru No. 24919/94)
Neumeister-Avusturya (27 Haziran 1968 tarihli karar, Seri A No. 8)
Jablonski-Polonya (21 Aralık 2000 Başvuru No. 33492/96)
Wemhoff-Almanya kararı, (27 Haziran 1968, Seri A No. 7)
Olstowski-Polonya kararı, (Başvuru No. 34052/96)
Talu v. Türkiye ( Başvuru No: 2118/10, 4/12/2012)
Muller-Fransa (Başvuru No. 21802/92
Bouchet-Fransa (Başvuru No. 33591/96)
Vaccaro-İtalya (Başvuru No. 41852/98)
Kemal Aktaş ve Selma Irmak, (Başvuru. No: 2014/85, 3/1/2014)
Nakhmanovich/Rusya (Başvuru. No: 55669/00)
Belevitskiy/Rusya (Başvuru. No: 72967/01)
García Ruiz/İspanya (Başvuru. No: 30544/96)

Başvurulan Anayasa Mahkemesi Kararları
Ahmet Soysal Başvurusu (Başvuru.No: 2012/237)
Doğu Perinçek Başvurusu (Başvuru No: 2013/5 85)
Hanefi Avcı Başvurusu (Başvuru no: 2013/2814 )
İzzet Alpergin Başvurusu  (Başvuru No: 2013/385)
Murat Narman Başvurusu (Başvuru.No: 2012/1137)
Mustafa Ali Balbay Başvurusu (Başvuru no: 2012/12)
Yavuz Pehlivan Başvurusu (Başvuru No: 2013/2312)




[1] İzmir Barosu, (İhsan Doğramacı Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mezunu)
[2] YENİSEY F., NUHOĞLU, A. “Ceza Muhakemesi Hukuku”, İstanbul, 2014: Ceza Muhakemesi Kanunu iki evreli ceza muhakemesini benimsemiştir: iddianamenin kabul edilmesine kadar “soruşturma evresi”, kabulünden sonra hükmün kesinleşmesine kadar ise “kovuşturma evresi” terimi benimsenmiştir. Ara soruşturmayı ise, ismini koymadan düzenlemiştir. S.559
[3]CMK 175/1: İddianamenin kabulüyle, kamu davası açılmış olur ve kovuşturma evresi başlamış olur.
[4]YENİSEY F., NUHOĞLU, A.: Bu aşama iddianamenin düzenlenmesi ile başlar ve kabul veya iade edilmesi ile son bulur. İddianamenin düzenlenmesinden, kabul veya iade edilmesine kadar geçen evre…”ara soruşturma” niteliğindedir S. 560
[5]Zorunluluk ilkesi üç alt başlığı barındırır. İlk olarak savcı, suç şüphesinin oluşması ile olaya el koyar. İkinci olarak, suçun işlendiğine dair yeterli şüphenin varlığı halinde savcı iddianame düzenlemek zorundadır. Son olarak, iddianamenin kabulü halinde savcı ceza davasını takip etme mecburiyetindedir. 
[6]YENİSEY, F., NUHOĞLU A.: Yeterli şüphe toplanan hukuka uygun delillerin mahkumiyet olasılığını%51’i geçecek şekilde…göstermesi gerekir. S. 561
[7]YENİSEY, F., NUHOĞLU, A.: S. 356
[8]Öncü, M. AİHM Kararları Işığında Yakalama, Gözaltına Alma, Tutuklama ve Aramada Makul Şüphe”, Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2015 C. 10 S. 125-126
[9]FEYZİOĞLU, Metin,“Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010,  C.59(1) S. 36
[10]FEYZİOĞLU, Metin,“Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010,  C.59(1) S. 40 : Kanun koyucu, makul süre kavramının belirsizliğinden yola çıkarak, tutuklamada azami süreler kabul etmiştir. ÜNAL, Şeref. “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi”, Ankara 1995, s. 157.
[11]FEYZİOĞLU, Metin,“Türk Hukukunda Tutuklulukta Azami Süre”, AUHFD, 2010,  C.59(1) S. 43
[12]TOROSLU, Nevzat/ FEYZİOĞLU, Metin:Ceza Muhakemesi Hukuku, Ankara, 2009 S.227
[13] AİHM 9.1.2003 tarihli Shishkov kararında 6 ay 3 haftalık tutuklama süresinin m.5/3’ün ihlali olarak değerlendirmiş; m.5/3 ‘ün belirli bir süreyi aşmayan gerekçesiz tutuklama kararlarını talere edecek biçimde yorumlanamayacağına; yetkili merciin tutuklamanın her aşamasında, bu aşamanın kısa olup olmadığına bakılmaksızın ikna edici biçimde gerekçelendirmek zorunda olduğuna karar vermiştir. Bir başka AİHM kararında ise kişi özgürlüğü hakkının ancak çok dar bir alanda sınırlandırılabileceğine dair örnek bir yorum yapılmıştır. Buna göre isnat edilen suçun terör suçu olmasının tek başına tutukluluk halinin devamı için yeterli bir sebep olmadığı belirtilmiştir. ( Tomasi v. Fransa, 27.8.1992) söz konusu isnat edilen suçun ağır olması tek başına tutukluluk süresinin uzatılmasına gerekçe olamayacağı; terör olaylarının gerçekleştiği ilk günlerde kamu düzeninin zarar görme riskinin bulunduğunun varsayılması makul bir gerekçedir. Fakat belirli bir sürenin geçmesi halinde de bu riskin hala var olduğu şüphesinin kanıtlanması gerekir. Bu yorum tutukluluğun incelenmesi aşamasında her ileri tarihli incelemede daha kuvvetli şüphenin varlığının gerekçelendirilerek ve ikna edici biçimde gösterilmesi ilkesine uygun bir yorumdur.
[14].YENİSEY, F., NUHOĞLU, A., s.388
[15] AY 19/6 "Tutuklanan kişilerin, makul süre içinde yargılanmayı ve soruşturma veya kovuşturma sırasında serbest bırakılmayı isteme hakları vardır."
[16] 27 Haziran 1968, Başvuru No: 2122/64
[17]ÖZEN, Muharrem./ GÜNGÖR, Devrim./ ERGÜN, O., Güneş. “Avrupa İnsan Hakları Kararları Işığında Türk Hukukunda Azami Tutukluluk Süresinin Hesaplanmasına İlişkin Değerlendirmeler.” Ankara Barosu Dergisi, 2010/4 S.184. Benzer Yöndeki  kararlar için bkz. Erdem-Almanya davası (5 Temmuz 2001, Başvuru No. 38321/97, paragraf 39), Labita-İtalya (Başvuru No. 26772/95, paragraf 152 vd.), Kudla-Polonya (Başvuru No. 30210/96, paragraf 110)
[18] 8 Haziran 1995, Başvuru No: 16026/90
[19] Karar Tarihi:18/6/2014, Başvuru Numarası: 2013/2814. Hanefi Avcı Başvurusu'nda makul süre ölçütleri tartışılmıştır. Anayasa Mahkemesi ilgili kararında; başlangıçta belirtilen tutuklama nedenlerinin belli bir süreye kadar tutukluluğun devamı için yeterli görülebileceğini fakat bu süre geçtikten sonra, uzatmaya ilişkin kararlarda tutuklama nedenlerinin hâlâ devam ettiğinin gerekçeleriyle birlikte gösterilmesi zaruri olduğu,. bu gerekçeler “ilgili ve “yeterli” görüldüğü takdirde, yargılama sürecinin özenli yürütülüp yürütülmediği de incelenmesi gerektiği, davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısı gibi faktörler sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınacağı belirtilmiştir. Makul süre tespitinde paralel ölçütler AİHM içtihatlarınca da benimsenmiştir.Bkz: AİHM.nin 24 başvurucuya ilişkin Seyhmus Uğur ve Diğerleri v. Türkiye (  (Başvuru no: 1968/07, 3608/07, 14474/07, 35240/07, 35252/07, 36503/07, 36505/07, 36509/07, 36541/07, 36544/07, 36556/07, 36563/07, 36571/07, 36573/07, 36582/07, 36586/07, 36593/07, 15637/08, 34229/08, 36489/08, 36492/08, 36493/08, 37232/08 ,37233/08) Cahit Demirel v. Türkiye (Başvuru no. 18623/03) "AİHM, yargılamanın süresinin makul olup olmadığının, davaya ilişkin olaylar ışığında ve davanın karmaşıklığı, başvuranın ve ilgili makamların tutumu kriterleri göz önünde tutularak değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir" Pélissier ve Sassi v. Fransa (Başvuru No:25444/94)., Sağnak v. Türkiye (Başvuru No:45465/04), Yiğitdoğan v. Türkiye (Başvuru No: 20827), Solmaz v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02)
[20]Karar Tarihi: 25/6/2015, Başvuru Numarası: 2013/5 85: Makul süre ölçütlerine ilişkin Doğu Perinçek Başvurusu yol gösterici niteliktedir. Buna göre; yargılamayı yapan mahkemenin yargılamayı süratle sona erdirmesi açısından gerekli dikkati gösterip göstermediğinin, ulusal yargı organlarının adli kontrole başvurma konusunu tartışıp tartışmadığının, davanın karmaşıklığının, suçlamaların niteliği ve yargılama süresince yargılamayı uzatma ya da makul sürede sona erdirme açısından başvurucunun tutum ve davranışlarının dikkate alınması gerektiğini davanın karmaşıklığı, organize suçlara dair olup olmadığı veya sanık sayısının, gibi faktörlerin sürecin işleyişinde gösterilen özenin değerlendirilmesinde dikkate alınması gerektiği, tüm bu unsurların birlikte değerlendirilmesiyle sürenin makul olup olmadığı konusunda bir sonuca varılabileceği belirtilmiş olup, tutuklamanın devamına karar verilirken, davanın genel durumunun yanında, tahliyesini talep eden kişinin durumunun da dikkate alınmasının bir zorunluluk olduğu belirtilmiştir.
[21] AİHS m.5/1-a “Kişinin yetkili mahkeme tarafından mahkum edilmesi üzerine uygun olarak hapsedilmesi.”
[22] Dereci v. Türkiye (Başvuru No: 77845), Ali Rıza Kaplan v. Türkiye (Başvuru no: 24597/08), Sağnak v. Türkiye (Başvuru No:45465/04), Nedim Şener v. Türkiye (Başvuru no: 38270/11), Solmaz v. Türkiye (Başvuru No. 27561/02), (Gerger-Türkiye, Başvuru No. 24919/94)
[23] Ceza Muhakemesi Kanunu mad. 101
[24] Neumeister-Avusturya (27 Haziran 1968 tarihli karar, Seri A No. 8, s. 37, paragraf 4-5; s. 38, paragraf 8; s. 40, paragraf 12; s. 41, paragraf 15), Jablonski-Polonya (21 Aralık 2000 Başvuru No. 33492/96, paragraf 83-84), Labita-İtalya davası kararı (6 Nisan 2000, Başvuru No. 26772/95, paragraf 171-173). AİHM, Sözleşme’nin 5. Madde 3. fıkrasında belirtilen sürenin makul süre hesabının sona erdiği tarihin“söz konusu kişiye isnat edilen suçun ilk derece mahkemesi tarafından olsa bile sabit bulunduğu tarih” olduğunu vurgulamaktadır., Olstowski-Polonya (15 Kasım 2001, Başvuru No. 34052/96, paragraf 67). Kudla-Polonya davası, ( 26 Ekim 2000 tarihli karar, Başvuru No. 30210/96, paragraf 104); AİHM temyiz süresinde geçen tutuklama sürelerinin makul süre hesabına katılmadığı içtihadını bu kararında da göstermiştir. mahkemece makul süre hesabı iki farklı süreden oluşur. Bunlar başvurucunun yakalanıp göz altına alındığı tarih ile yetkili  ilk derece mahkemesini vereceği karar arasındaki süre ve mahkumiyet nedeniyle geçirilen süre şeklindedir.
[25] Zira Cahit Demirel v. Türkiye davasında AİHM başvurucunun AİHS’nin 5/1 (a) maddesi uyarınca mahkumiyet sonrası hükümlülük süresini -yani 25 Aralık 2001 ve 9 Ekim 2002 tarihleri arasındaki süreyi -özgürlüğünden yoksun bırakıldığı toplam süreden çıkardıktan sonra, somut davada dikkate alınacak sürenin yaklaşık altı yıl dört ay olduğu kanaatine varmıştır. Aynı yöndeki Solmaz v. Türkiye davasında başvurucunun yakalanıp bir suç isnadı ile tutuklandığı 23 ocak 1994 tarihi ile , ilk derece mahkemesi olan Devlet Güvenlik Mahkemesinin tutuklama kararı arasındaki süreyi makul süre hesabında göz önene almıştır.  Bunun nedeni AİHM.nin AİHS 5/1-a da yer alan yetkili "mahkeme kararı ile tutuklanma" yorumundan kaynaklanmaktadır. Somut olayımızda halbuki başvurucu 15 mayıs 2001 de Yargıtay'ın mahkumiyet kararını bozmasına kadar henüz mahkum sıfatını almamışken alıkonulmuştur.; Labita-İtalya (Başvuru No. 26772/95, paragraf 171-173, 6 Nisan 2000) kararında AİHM, makul sürenin hesabının kesildiği tarihin kişinin ilk derece mahkemesi tarafından mahkum edildiği tarih itibarıyla son bulduğunu belirtmiştir.Aynı Yönde bkz. Wemhoff-Almanya kararı, (27 Haziran 1968, Seri A No. 7, s. 23, paragraf  9). Olstowski-Polonya kararı, (15 Kasım 2001, Başvuru No. 34052/96, paragraf 67.)
[26] Doğu Perinçek Başvurusu. 2013/5885. 25.6.2015 :Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru yoluyla önüne gelen makul süre ihlalinde ilişkin kararında; Tutukluluk süresinin hesabında ilk derece mahkemesi önünde yargılama aşamasında geçen sürelerin dikkate alınması gerektiği, yargılanmakta olduğu davada ilk derece mahkemesi kararıyla mahkum edilen bir kişinin hukuki durumunun “bir suç isnadına bağlı olarak tutuklu” olma kapsamından çıktığı ve tutuma nedeninin ilk derce mahkemesince verilen hükme bağlı olarak tutma haline dönüştüğü, bu bakımdan temyiz aşamasında geçen sürelerin tutukluluk süresinin değerlendirilmesinde göz önünde bulundurulamayacağı belirtilmiştir.
[27] B. No: 2013/385, 14/7/2015
[28] B. No: 2013/385, 14/7/2015, ( Zühtü Arslan ve Engin Yıldırım'ın Karşı oy Yazısı Paragraf 5) "Görüldüğü üzere derece mahkemesi başvurucunun kişisel durumunu hiç bir şekilde dikkate almadan, genel ifadelerle tahliye talebini reddetmiştir."
[29] Nitekim, İzzet Alpergin başvurusunda Anayasa Mahkemesi kararın 41. paragrafında konuya ilişkin olarak; Yakalama veya tutuklama anındaki delillerin, kişinin suçla itham edilebilmesini sağlayacak düzeyde olmayabileceği, Zira tutukluluğun amacının, yürütülen soruşturma ve/veya kovuşturma sırasında kişinin tutuklanmasının temelini oluşturan şüphelilerin doğruluğunu kanıtlayarak veya ortadan kaldırarak adli süreci daha sağlıklı bir şekilde yürütmek ve ilerletmek olduğu belirtilmiştir. Buna göre suç isnadına esas teşkil edecek şüpheye dayanak oluşturan olgular ile ceza yargılamasının sonraki aşamalarında tartışılacak olan ve mahkûmiyete gerekçe oluşturacak olguların aynı düzeyde değerlendirilmemesi gerekeceği yorumunda bulunmuştur.
[30] Karar Tarihi: 25/6/2015, Başvuru Numarası: 2013/5 85
[31] Halbuki tutukluluğun devam etmesi ile geçen  sürede, başvurucunun derhal salıverilme talebinin ulaştığı itiraz merciisi, tutukluluk halinin devamına karar verebilmesi için soruşturma evresindeki tutuklama nedenlerinden daha kuvvetli suç şüphesinin varlığına ulaşılması gerekmelidir.bkz: Anayasa Mahkemesi'nin Mustafa Ali Balbay Başvurusu (Başvuru no: 2012/12 § 73); Murat Narman (B.No: 2012/1137, 2/7/2013, § 63) Aynı Yönde AİHM kararlar, Murrey v. Birleşik Krallık (Başvuru No: 14310/88, 28/10/1994, paragraf:55); Talu v. Türkiye ( Başvuru No: 2118/10, 4/12/2012, Paragraf 25).
[32] Formül gerekçe kavramı ile belirtilmek istenen verilen kararın gerekçesiz olmasıdır. 1982 Anayasasının Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması başlıklı 141. maddesi uyarınca mahkemenin vereceği tüm kararlar gerekçeli olmak zorundadır. Anayasa bu zorunluluğu ararken, mahkemeler kanunda yazılı gerekçelerin aynısını kararlarına koymaları, ilamlar gerekçeli kılmayacaktır. Bu konuda Anayasa Mahkemesinin ay 19'un ihlali olarak gördüğü ; Hanefi Avcı Başvurusu (Başvuru no: 2013/2814 paragraf 86) örnek verilebilir.
[33] İddianamede isnat edilen suçlamalara ilişkin savcılığın elindeki delillere dayanarak AY Mahkemesi bu sonuca ulaşmıştır. İddianamedeki deliller; teknik takip ve teknik izleme tutanakları, arama el koyma tutanakları, fotoğraflı görüntü ve ses kaydı çözüm tutanakları el konulan CD, DVD, Flash Bellek inceleme tutanakları, el konulan yazılı örgütsel doküman içeriği, şüphelilerin örgütsel faaliyetlerine ilişkin elde edilen elektronik doküman içeriği olarak belirtilmiştir.
[34] B. No: 2013/385, 14/7/2015, paragraf 80-81.
[35] Muller-Fransa (Başvuru No. 21802/92); AİHM 1997 tarihli bu başvuruda, makul sürenin başlangıcının; başvuru sahibinin gözaltına alındığı tarih olan 1988 yılından başlayarak hesaplamıştır.
[36] İsnat edilen suç, başvurucunun da üyesi olan DEMEP'in silahlı terör örgütü olan PKK/KCK yapılanmasının bir parçası olarak terör faaliyetin bulunduğudur iddiasıdır.
[37] Görülen davada sanık sayısı 72'dir.
[38] B. No: 2013/2312, 4/6/2015
[39] 20 Mart 2001, (Başvuru No. 33591/96, Paragraf 33)
[40] 16 Kasım 2000, Başvuru No. 41852/98, paragraf 31-3
[41] 20 Mart 2001, (Başvuru No. 33591/96, Paragraf 81), "Üçüncü kişilerden ele geçirilmiş ve suçlamanın temelini teşkil eden esaslı delillere ulaşılamaması belli bir süreye kadar makul karşılanabilir."
[42] Başvuru No: 2013/5885. 25.6.2015:
[43] Anayasa Mahkemesi 'nin bu ayrımı benimsediğini gösteren kararı için bkz. Ahmet Soysal, B. No: 2012/237, 2/7/2013, §§ 66- 67
[44]Hanefi Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014: AİHM kararlarına göre, tutukluluk süresinin hesaplanmasında başlangıç noktasının başvurucunun ilk defa yakalanıp gözaltına alındığı tarik olduğu, bu sürenin, kişinin serbest bırakılmasıyla ya da derece mahkemesinin kararı ile sona erdiğini, derece mahkemesi ile tutukluluğun “mahkumiyet sonrası tutma” haline dönüştüğü belirtilmiştir.
[45] Bu durumda göz altına alındığı süreden ilk derece mahkemesinin kararına kadar geçen süre bir suç isnadına bağlı tutma halidir ve makul sürenin hesaplanmasında sadece bu süreler dikkate alınır. İlk derece mahkemesinin verdiği karardan sonra hüküm nedeniyle tutma hali başlar ve bu süreler makul sürenin hesaplanmasında dikkate alınmaz. Dolayısıyla temyiz aşamasında geçen süreler AİHM ve AY Mahkemesi nezdinde sıfırdır.
[46]Doğu Perinçek Başvurusu. 2013/5885. 25.6.2015: derece mahkemesi, başvurucunun tutukluluk halinin devamına karar verirken belirli  bir süre “suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve evrak kapsamına göre adli kontrol tedbirinin de yetersiz kalacağı, yüklenen suçun CMK 100/3-a maddesinde sayılan suçlardan olması şeklinde gerekçelere dayanmıştır.
[47] Aynı yönde bkz. Kemal Aktaş ve Selma Irmak, B. No: 2014/85, 3/1/2014, § 46
[48] Başvuru No: 2013/2814. 18/6/2014
[49]Hanefi Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014: Savcılıkça düzenlenen iddianamede özetle başvurucunun, devrimci karargah örgütü üyelerine bilerek ve isteyerek yardım ettiği, soruşturma kapsamındaki örgüt üyesi olduğu iddia edilen şüpheli N.K.’ ye bilgi aktardığı ve polis takibinden kurtulması için yardımda bulunduğu, soruşturmanın gizliliğini ihlal eden eylemlerin tespit edildiği, Eskişehir ili Emniyet Müdürlüğündeki makamında yapılan aramalarda izinsiz dinleme sonucu elde edilen ses kayıtlarının ele geçirildiği ve kişisel veri niteliğindeki bilgilerin saklandığı, ikametinde ruhsat süresi dolmuş ve veriliş amacı ortadan kalkan silahların ele geçirildiğinden bahisle kamu davası açılmıştır.
[50] Tutuklama kararının gerekçesi özet olarak; terör örgütü mensuplarına isteyerek yardım etmek, yargı mensuplarını etkilemek, terörle mücadelede bulunan kişileri hedef gösterme, aleyhine mevcut delil durumu,  yüklenen suçları işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunduğu ve delillerin tam olarak toplanmamış olması, şüphelinin konumu itibarıyla bir kısım delilleri yok etme, değiştirme veya değiştirme olasılığı gerekçesi ile tutuklama kararı verilmiştir.
[51] Zira AİHM bu konuda Türkiye ve Rusya'dan bir çok başvuruyu incelemiştir.bkz: Nakhmanovich/Rusya, B. No: 55669/00, 2/3/2006, § 70; Belevitskiy/Rusya, B. No: 72967/01, 1/3/2007, § 9.
[52] bkz: García Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1999, § 26
[53] Zira Anayasa Mahkemesi bu konuya ilişkin; Somut olayda, Derece Mahkemelerince verilen tutukluluğa itiraz ve itirazın reddine dair kararların gerekçeleri incelendiğinde, bu gerekçelerin tutukluluğun devamının hukuka uygunluğu ve tutulmanın meşruluğunu haklı gösterecek özen ve içerikte olmadığı ve aynı hususların tekrarı niteliğinde olduğu görülmektedir. Somut olaydaki tutukluluk halinin devamına ilişkin bu gerekçelerin ilgili ve yeterli olduğu söylenemez. (Hanefi Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014, paragraf:85)
[54] Hanefi Avcı Başvurusu. 2013/2814. 18/6/2014, paragraf:78.
[55] Hanefi Avcı Başvurusu. (2013/2814. 18/6/2014, paragraf: 86); "Açıklanan nedenlerle başvurucunun tutukluluk süresinin makul olmadığı  ve tahliye taleplerinin formül gerekçelerle reddedildiği yönündeki şikayeti yönünden Anayasa'nın 19. maddesinin yedinci fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmesine.."

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARAR İNCELEMESİ ÖDEV ÖRNEĞİ

ÖRNEK YÜKSEK LİSANS TEZ ÇALIŞMASI

TÜRKİYE'DE ELEKTRİK DAĞITIMININ ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN NEDENLERİ VE AMAÇLAR ÖZELLEŞTİRMEDE TEDAŞ ÖRNEĞİ