BİREYSEL BAŞVURULARDA “AÇIKÇA DAYANAKTAN YOKSUNLUK” KRİTERİNİN ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ



Yüksek Lisans Tezi/Bitirme Projesi Danışmalığı için

İletişim: 0555 036 46 25

Mail:sosyalbilimlertezyaz@gmail.com

Sitemizi ziyaret edin: tezprojeyaz.com
İnstagram: @tezprojedanısmanlıgı

BİREYSEL BAŞVURULARDA “AÇIKÇA DAYANAKTAN YOKSUNLUK” KRİTERİNİN ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ

Çalışma ile ilgili sorular için yazarın maili: : kaanmahmuterdem@gmail.com

Av. Deniz ERDEM
Av. Kaan Mahmut ERDEM

Anayasa Mahkemesi’nin bir başvuruyu esastan inceleme konusu yapabilmesi için başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olmaması gibi diğer kabul edilebilirlik koşullarını da sağlaması ayrıca söz konusu başvurunun yer, zaman, konu ve kişi bakımından mahkemenin yargı kapsamında yer alması gereklidir. [bakınız B.No: 2014/12906, 7.5.2015 Baran Karadağ Başvurusu]
6216 sayılı Kanun'un "Bireysel başvuruların kabul edilebilirlik şartları ve incelenmesi" kenar başlıklı 48. maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:
"Mahkeme, açıkça dayanaktan yoksun başvuruların kabul edilemezliğine karar verebilir."
Anayasa Mahkemesi 2012/363 sayılı kararında açıkça dayanaktan yoksunluk kavramını şu şekilde izah etmiştir: Buna göre; “Başvurucunun ihlal iddialarını kanıtlayamadığı, iddialarının salt kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, temel haklara yönelik bir müdahalenin olmadığı veya müdahalenin meşru olduğu açık olan başvurular ile karmaşık veya zorlama şikâyetlerden ibaret başvurular açıkça dayanaktan yoksun kabul edilebilir.”
Dolayısıyla karardan açıkça anlaşıldığı kadarıyla 5 temel kriteri kendisine ölçü olarak aldığı görülmektedir.Açıkça dayanaktan yoksunluk başvurunun esasına yönelik bir kabul edilemezlik nedenidir. Dolayısıyla Mahkeme’nin yalnızca biçimsel gerekliliklerin yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesinden sorumlu olmayıp bir ölçüde esasa girmesi gerekmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bir bireysel başvuruyu esastan incelemeye tabi kılabilmesi için açıkça dayanaktan yoksun olmama kriteri de aramaktadır.
Anayasa Mahkemesi ile AİHM’in bir ölçüde ortak paydada buluştuğu şu açıdan söylenebilir. AİHM de benzer şekilde uygulamada dört temel nedene dayanarak bir başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu sonucuna ulaşmaktadır: temyiz mercii işlevi üstlenmeme, açık ya da görünür bir ihlalin bulunmaması, delil yokluğu nedeniyle şikâyetlerin kanıtlanamaması ve şikâyetin karmaşık ya da zorlama olmasıdır.

Anayasa Mahkemesi başvurucunun hakkının ihlal edilmediğinin açık ve bariz bir şekilde görülebildiği durumlarda açıkça dayanaktan yoksunluk tespiti yapabilir.Dolayısıyla bu durumda başvurucunun ihlal edildiğini ileri sürdüğü hak/hakların ihlal edilmediğine hükmedilmekte ve başvuru reddedilmektedir.
[Başvuru No: 2012/363 (Ömer Osman Soylu Başvurusu)]
İlgili kararda başvurucu adil yargılanma hakkının bir dayanağı olan masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiasında bulunmuştur. Başvurucu, hakkında kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmaksızın kovuşturmaya başlanmış olmasını dayanak olarak göstermiş “noterlik görev nedeniyle kanunda belirtilen usule göre yürütülen soruşturma sonunda, son soruşturmanın açılmasına karar verilerek sanık olarak yargılanmasının, bir cezalandırma olduğu ve bunun tek başına masumiyet karinesini ihlal ettiği yönündeki başvurunun hukuki bir temeli bulunmadığı” na dolayısıyla masumiyet karinesini ihlal edilmediğine hükmedilmiştir.

Yine Anayasa Mahkemesinin 2014/12906 sayılı 7.5.2015 tarihli Baran Karadağ başvurusunda mahkemenin dilini anlayan ve konuşan başvurucunun Kürtçe savunma yapabilmesi için tercümandan yararlanma talebinin kabul edilmemesinin savunma hakkının kısıtlanmadığı ve dolayısıyla adil yargılanma hakkının ihlali gerçekleşmediğinden başvuru açıkça dayanaktan yoksunluk sebebiyle reddedilmiştir.
30.11.2011 tarih ve 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun'un, "Bireysel başvuru hakkı" kenar başlıklı 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:
“Herkes, Anayasada güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye'nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından, ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine başvurabilir."
Anılan Kanun hükmüne göre, bir bireysel başvurunun Anayasa Mahkemesi tarafından esastan incelenebilmesi için kamu gücü tarafından müdahale edildiği ileri sürülen hakkın hem Anayasa’da güvence altına alınmış bir temel hak olması hem de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Türkiye’nin taraf olduğu ek protokolleri kapsamına girmesi gerekir. Dolayısıyla Anayasa ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı dışında kaldığı anlaşılan hak ihlali iddiasının kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi mümkün olmamaktadır.
Anayasa Mahkemesinin 2012/1049 sayılı 26.3.2013 tarihli kararında, Onurhan Solmaz adlı başvurucu hak arama hürriyetinin ihlali iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştur. Mahkeme hak arama hürriyetinin ihlal edildiği gerekçesiyle bireysel başvuruda bulunabilmek için başvurucunun ya medeni hak ve yükümlülükleriyle ilgili bir uyuşmazlığın tarafı olunması ya da başvurucuya yönelik bir suç isnadı hakkında karara varılmış olması şartını ileri sürerek bu haller dışında kalan adil yargılanma hakkının ihlali iddiasına dayanan başvuruların, Anayasa ve Sözleşme kapsamı dışında kalacağından bireysel başvuruya konu olamayacağını belirtmiştir.
Bu olasılıkta ise bireysel başvuruda bulunulmuş ancak başvurusu hukukun öngördüğü sınırlar içinde “meşru” bir müdahale olarak değerlendirildiğinden ötürü başvuru açıkça dayanaktan yoksun bulunulduğuna ilişkindir.[Başvuru No:2012/338,K.T.2/7/2013 para:34-43.]
Anayasa'nın 19. maddesinde özgürlük ve güvenlik hakkı güvence altına alınmış, bireylerin bu haktan şekil ve şartları kanunda öngörülen durumlar hariç hiç kimsenin keyfi bir şekilde özgürlüğünden yoksun bırakılamayacağı belirtilmiştir.   Anayasanın 19.maddesinin üçüncü fıkrasına göre ise suçluluğu hakkında kuvvetli delil bulunan kişilerin ancak kaçmalarını,delillerin yok edilmesini veya değiştirilmesini önlemek maksadıyla ve kanunda belirtilen diğer hallerde hakim kararı ile tutuklanabileceği hükme bağlanmıştır.Yine 5271 sayılı Kanun’un  102 maddesinin (2) fıkrasında “ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde tutukluluk süresinin en çok iki yıl olduğu ve bu sürenin zorunlu hallerde gerekçesi gösterilerek uzatılabileceği ancak uzatma süresinin toplam üç yılı geçemeyeceği belirtilmiş olup, madde metninde uzatma süreleri dâhil toplam tutukluluk süresinin azami 5 yıl olabileceği öngörülmektedir.” Somut olayda  temyiz aşamasında geçen süreler hariç ilk derece mahkemesi önünde yargılanırken başvurucunun tutuklu kaldığı süre 3 yıl 2 ay 18 gündür. Dolayısıyla başvurucunun toplam tutukluluk süresinin Kanunda öngörülen toplam tutukluluk süresini aşmadığı gerekçesiyle açıkça dayanaktan yoksun  olduğu kararına hükmedilmiştir.
Anayasa Mahkemesi’nin, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin inceleme yapamayacağı Anayasa’nın 148.maddesinde ifade edilmiştir. Derece mahkemelerinin somut olaya uygulanacak maddi ya da usule ilişkin hukuk kurallarını takdir etme, yorumlama ve bu doğrultuda hüküm tesis etme yetkisi ancak bu faaliyetlerde açık bir keyfilik tespit ettiği sürece mümkündür ve Anayasa Mahkemesi bir temyiz mercii gibi davranmaktan özellikle kaçınmaktadır.
AİHM de yerel mahkemelerin değerlendirmesinin sorgulamama kuralının istisnası olarak“açıkça ve bariz bir şekilde adaleti ve sağduyuyu hiçe sayan bir tarzda keyfi olması ve kendiliğinden Sözleşme’yi ihlal etmiş olması” kabul etmiştir.
AİHM, bir davada bunu net biçimde ifade etmiştir:
Bu bağlamda [Mahkeme], Sözleşmenin 19. maddesi uyarınca tek görevinin Sözleşmeye Akit Taraflarca üstlenilen yükümlülüklere uyulmasını sağlamak olduğunu yineler. Özellikle,[Mahkemenin] görevi, bir ulusal mahkeme tarafından yapıldığı ileri sürülen maddi ya da hukuki hatalarla, bunlar Sözleşme tarafından korunan hak ve özgürlükleri ihlal etmiş olmayabilecekleri sürece ilgilenmek, ya da kendi değerlendirmesini ulusal mahkemelerinkinin yerine geçirmek değildir… Bir başka anlatımla, Mahkeme, yerel makamların değerlendirmesini, …açık keyfilik kanıtı olmadıkça, sorgulayamaz

Anayasa Mahkemesi 2012/1027 sayılı 12//2013 tarihli Necati Gündüz ve Recep Gündüz başvurusuna ilişkin olarak “ bir anayasal hakkın ihlali iddiası içermeyen, yalnızca derece mahkemelerinin kararlarının yeniden incelenmesinin talep edildiği başvuruların açıkça dayanaktan yoksun ve Anayasa ve Kanun tarafından Mahkemenin yetkisi kapsamı dışında bırakılan hususlara ilişkin olduğu” na hükmederek başvuruyu reddetmiştir..

Anayasa Mahkemesi 2012/1027 sayılı kararında bu hususu açıkça belirtmiştir:
 Anayasada yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru incelemesinde ele alınamaz. Bu çerçevede, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde açıkça keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz” [ Başvuru No: 2012/1027, K.T.: 12/2/2013, para 26;]  ifadeleriyle, incelemesini şekli hususlarla sınırlı tutacağını, keyfi davranılıp davranılmadığını da yalnızca bu kapsamda araştıracağını vurgulamıştır.
Yine başka bir kararında belirtildiği üzere “adil yargılanma hakkı bireylere dava sonucunda verilen kararın değil, yargılama sürecinin ve usulünün adil olup olmadığını denetletme imkânını verir.Başvuru No: 2012/828, K.T.: 21/11/2013, para. 22.

Başvurucunun başvuruya konu ihlal iddiası ile ilgili ihlalin hangi Anayasa hükmünü ihlal ettiğini belirtmesi ve konuya ilişkin dikkate değer deliller sunarak iddiasını desteklemesi/kanıtlaması gerekmektedir. Burada kanun koyucu hukuki iddiaları kanıtlama yükümlülüğünü başvurucuya yüklemiştir. Bu durumda başvurucu sadece hangi madde hükümlerinin ihlal edildiğini belirtmesi yetmemekte, belirtilen hükümlerin nasıl ihlal edildiğini açıklaması, bu konuda kanıtlar sunması beklenmektedir. Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi tarafından diğer kabul edilebilirlik şartları incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilir.Başvuru No: 2013/1213, K.T.: 4/12/2013, para. 32.  (Muhittin Kaya ve Muhittin Kaya İnşaat Taahhüt Madencilik Gıda Turizm Pazarlama Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Başvurusu)

Zorlama şikâyetlerise “Objektif olarak imkânsız, açıkça uydurulmuş veya açıkça sağduyuya aykırı” olaylara ilişkin şikâyetler olarak tanımlanmıştır. AİHM uygulamasında Mahkeme bireysel başvuruya konu olayların ya da ileri sürülen haksızlıkların anlaşılmasını mümkün kılmayacak kadar karmaşık başvurularda açıkça dayanaktan yoksunluk ölçütünü tespit etmektedir.Anayasa Mahkemesi’nin de konuya ilişkin yaklaşımının AİHM uygulaması paralelinde olacağı öngörülebilir.




SORUNLAR/ELEŞTİRİLER :Dolayısıyla bu noktada çeşitli sorunlar gündeme gelmektedir.

Öncelikle kabul edilebilirlik aşamasında; başvuru daha başlangıç aşamasında bu nedenden bir ret kararı ile sonuçlanabilecektir.

Dolayısı ile Anayasa Mahkemesi’nin belirlediği kriterler çercevesinde açıkça dayanaktan yoksun bulduğu başvuruları reddetmesi konusundaki eleştirilerden/sorunlardan evvel avukatların başvuruya konu olayları dile getirirken Mahkeme’ye sundukları iddiaların eleştirilmesi bize daha saglıklı bir sonuç verebilir mi?

Yukarıda incelenen kararlardan anlaşılan kadarıyla başvuruculara da çok ciddi bir yükümlülük düşmektedir.
Öncelikle başvuran tarafın  kabul edilebilirlik aşamasında başvurusuna ilişkin bir red kararı ile karşılaşmaması için açıkça ve özü verecek şekilde bir paragrafta doğrudan özel anayasal önemin gerekçelerini belirtmeli,Anayasa Mahkemesi’nin koruma altına aldığı haklarla kendi meselesini ilişkilendirmeli ve nedenini açıklamalıdır.Oysa bahsi gecen kararlarda bu temel yaklaşım sergilenmemiş,doğrudan Anayasa’nın ihlal edildiği düşünülen maddelerine yer verilmek suretiyle bir nitelendirmede bulunulmuştur.

Gereksiz başvuruların önlenerek dava sayısının azaltılması ve böylece mahkemelerin boş yere meşgul edilmemesi amacıyla başvuruculara belli yükümlülükler öngörülebilir.Burada Anayasa Mahkemesi’nden beklenenbaşvuruculara dolaylı olarak yüklenen bu yükümlülüklerin kapsamını çizerken başvurucular acısından  dava açmayı olanaksız hale getirmemesi ya da aşırı derece zorlaştırmamasıdır; bu koşulları sağladıkları sürece mahkemeye erişim hakkının kısıtlandığı da açıkcası  ileri sürülememeli.

Çünkü karar metinlerinden anlaşıldığı kadarıyla anayasal önem gerekçesi hukuki metnin aynen yazımı ile sınırlandırıldığında bireysel başvurunun reddedildiğini görüyoruz.Burada Anayasa Mahkemesi’nin başvuruculardan beklediği en azından hukuki metinle kendi meselelerini ilişkilendirmeleridir.Aksİ takdirde açıkça dayanaktan yoksunluk kriteri çerçevesinde degerlendirmede bir nebze esasa girmesi gereken Mahkeme esasa girmeden dogrudan kabul edilemezliğe karar verebilir.

Dolayısıyla bireysel başvuruların büyük bir çoğunluğunun kabul edilemezliğine karar verilmesi avukatların bireysel başvurularında genellikle raportörlerce tespit edilen eksiklikler/yetersizlikler  nedeniyle ek bir süre verilmeden bile reddedilebilir. Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi tüm hukukculara eşit muamelede bulunmamaktan dolayı suçlanması muhtemel değil midir?

Burada önemli olan bizim de kabul ettiğimiz ve derslerde açıkça belirtildiği üzere nicelik değil,niteliktir.Hangi davaların gelecekte Anayasa Mahkemesi içtihadı açısından dönüm noktası olacagı önemli bir meseledir.Yine aynı şekilde bu durum Anayasa Mahkemesine bireysel başvurularda kabul edilebilirlik sürecini AİHS’nin 13. maddesindeki “etkili başvuru” hakkı kriterleriyle uyumlu kılma gerekliliği denilebilir mi?

Asıl sorununMeselenin parasal ya da akademik öneminin anayasal önem meselesinden farklı olduğu inancı ve kamu adına hareket etme yetkisi olan bir kişinin yaptığı eylemle ortaya çıkan ihlal, sadece mahkemeler onu düzeltmedi diye yargısal bir ihlal oluşturup oluşturmayacagı noktasında düğümlendiği söylenemez mi?
Önemle belirtilmesi gereken diğer nokta ise 6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin 2. fıkrasında sayılan “Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan” başvurular ile özellikle “başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular”ın, çok daha tartışmalı hususlar içerdiklerini ve ileride uygulanmaya başlandıklarında önemli itirazlarla karşılaşmalarının çok muhtemel olduğunu noktasında değil midir?

 Çünkü “anayasal önem” ile “önemli zarar”ın incelemeye konu olacağı bu olasılıklar, esasa ilişkin olmalarının yanında, başvuranın somut bir zararının da ortaya çıktığı ihlal iddialarına dayanmaktadır. Esasa ilişkin kabul edilemezlik kararlarının tümünün ortak noktası, Mahkemenin önüne gelen tüm ihlal iddialarını, oluşabilecek altından kalkılamaz iş yükünü göze alarak incelemeye çalışmak ile, bunun gerçekçi olmadığını kabul ederek daha “önemli” işlerle uğraşmak arasında yapılan tercihe ilişkin olmalarıdır.

Ne yazık ki Anayasa Mahkemesi verdiği kararlarından bahisle açıkça dayanaktan yoksunluğun tespiti konusunda kimi durumlarda ihlalin varlığı ile kabul edilebilirlik koşullarının sağlanamaması arasında ince bir çizgi olduğunu ayırt edemediğini görmekteyiz.Her somut olayın koşullarına göre söz konusu ikili ayrımın yapılması ve olayın özelliklerinin sıkı bir testten geçirilmesi gerektiğine yönelik bir tutum sergilemediği ancak bunda başvurucuların başvuruya ilişkin metinlerinde/dilekçelerinde yukarıda bahsi geçen hususları belirtmediğinden dolayı olumsuz katkılarının olabılecegı de açıktır. Böyle durumlarda her durumda işin esasına girildiğinden, ihlalin gerçekleşip gerçekleşmediği biçiminde esasa ilişkin bir karar verilmesi daha doğru bir yaklaşım olabilir. Üstelik bu durum, yine aynı nedenle, kanımca Mahkeme’nin iş yükü üzerinde olumsuz bir durum da meydana getirmeyeceği söylenebilir mi?.

İstinafta filtre sisteminin kabulü halinde acaba AİHM’deki “kabul edilebilirlik koşulları”ndan esinlenilebilir mi? Kararların kesinleşmesi açısından filtre sistemi uygulanmalı mıdır?
AİHM ‘in belirlediği kriterler çercevesinde bir değerlendirme yapacak olsa Anayasa Mahkemesi6216 sayılı Kanun’un 48. maddesinin 2. fıkrasında sayılan “Anayasanın uygulanması ve yorumlanması veya temel hakların kapsamının ve sınırlarının belirlenmesi açısından önem taşımayan” başvurular ile özellikle “başvurucunun önemli bir zarara uğramadığı başvurular”ın değerlendirilmesi konusunda Mahkeme acaba nasıl bit tutum sergilerdi?








Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

KARAR İNCELEMESİ ÖDEV ÖRNEĞİ

ÖRNEK YÜKSEK LİSANS TEZ ÇALIŞMASI

TÜRKİYE'DE ELEKTRİK DAĞITIMININ ÖZELLEŞTİRİLMESİNİN NEDENLERİ VE AMAÇLAR ÖZELLEŞTİRMEDE TEDAŞ ÖRNEĞİ