BELİRSİZ ALACAK DAVASI-HUKUKİ MÜTAALALAR DİZİSİ 1
BELİRSİZ ALACAK DAVASI
Av. Kaan Mahmut Erdem
"BELİRSİZ ALACAK MÜESSESESİNİ" T.C.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ'NİN T.: 16.06.2014, E: 2013/15167, K: 2014/17279.
SAYILI İLAMI IŞIĞINDA İNCELENMESİ
AN INVESTIGATION OF "İNDEFİNİTE
RECEİVABLE" IN THE LIGHT OF JUDUCIAL COUNCIL CASE T.: 16.06.2014, E: 2013/15167,
K: 2014/17279
ÖZET
İncelenen karara
konu olan uyuşmazlığın temelinde yatan sorun, işçinin ücret, fazla çalışma
ücreti, ihbar ve kıdem tazminatı açısından kısmi davanın açılıp
açılamayacağıdır. Diğer bir önemli nokta ise, dava şartı noksanlığı sebebiyle
kesin süre verilmesinin gerekip gerekmediği ve bu kesin sürenin ne kadar olması
gerektiğidir.
Anahtar
Kelimeler:
işçi alacakları, belirsiz alacak, ihbar tazminatı, kıdem tazminatı,ücret, dava
şartı, kısmi dava, kesin süre
ABSTRACT
The problem underlying the dispute, which is the
subject matter of the investigation, is that the partial case will not be
opened in terms of wage, overtime, notice and termination indemnity of the
worker. Another important point is whether it is necessary to give a definite
time due to the shortage of the case condition and how long it must be.
Keywords: labor receivables, indefinite receivable, notice indemnity, severance
pay, wage, litigation condition, partial claims, definite period
I.
KARARA
KONU OLAN OLAYIN ÖZETİ
İnceleme konusu
olan Yargıtay kararında dava bir kısım işçilik alacaklarının tahsiline ilişkin
olup; davacı 13.12.2007-04.10.2011 tarihleri arasında davalıya ait işyerinde
çalıştığını, iş sözleşmesini işçilik alacaklarının ödenmemesi sebebiyle haklı
olarak feshettiğini ileri sürerek kıdem tazminatı ile ücret, yıllık izin,
asgari geçim indirimi, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacaklarına yönelik
bir talebiyle belirsiz alacak davası açmıştır. Davalı işveren ise davacının iş
sözleşmesinin 4857 sayılı İş Kanunu m.25/f.2, g bendi uyarınca haklı nedenle
feshedildiğini savunarak mahkemeden
davanın reddini talep etmiştir. Davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti,
alması gerektiğini düşündüğü aylık ücret miktarını, hak kazandığı yıllık izin
süresini ve kaç gün izin kullandığını, aile durumuna göre ödenmesi gereken
geçim indirimi tutarını, kaç aylık ücret alacağı olduğunu belirleyebilmiştir.
II.
MERCİLERİN
ÇÖZÜM TARZI
Yerel Mahkeme davacının
kıdem tazminatı, ücret, fazla çalışma, hafta tatili, genel tatil, asgari geçim
indirimi ile yıllık izin ücreti alacaklarının ödetilmesine yönelik istemine
ilişkin olarak bu talebi kısmen hüküm altına almıştır. Davalının temyiz
incelemesi talebi üzerine dosya 22.Hukuk Dairesi’ne gelmiştir. Yerel mahkeme
davayı kabul etmiş olmasına rağmen yapılan temyiz incelemesi üzerine karar
22.Hukuk Dairesi’nce bozulmuştur. Bozma gerekçesinde işçinin çalıştığı süreyi,
ücretini ve kullandırılmayan fazla çalışma süresini bildiği, yine bu bilgiler
ışığında alacağını belirleyebildiği halde dava konusu edilen kıdem tazminatı,
ücret, asgari geçim indirimi ile yıllık izin alacakları gerçekte belirli alacak
olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri[1]
için davacının kıdem tazminatı ile ücret, asgari geçim indirimi ve yıllık izin
alacakları yönünden hukuki yararının bulunmadığı gerekçesiyle dava şartı
eksikliğinden davanın usulden reddine karar verilmesi gerektiği halde yazılı
şekilde esasa girilerek karar verilmesini hatalı bularak bozmayı gerektirdiğine
ilişkin karar vermiştir.[2]
Diğer bir husus taraflar arasındaki ücrete ilişkin uyuşmazlık bulunduğu noktasındadır.
Daire işçinin iş sözleşmesinde bir ücret bulunmadığı takdirde 4857 sayılı İş
Kanunu 32.maddesinin ilk fıkrasına göre belirlenebileceğini, ilgili hususlar
dikkate alındığı takdirde imzalı bordrolarda yer alan ücretin gerçeği
yansıtmadığı şüphesi oluştuğunda bu konuda tanık beyanlarının gözetilmesi
gerektiği ayrıca uzman bir bilirkişiden de görüş alınarak davacının fesih
tarihindeki gerçek ücretin saptanabileceği ve tüm delillerden faydalanılarak
bir sonuca gidilebileceği yönünde karar vermiştir. Üçüncü olarak, Daire yerel
mahkemenin feshin gerçekleştiği tarih itibariyle ücretin tespitinin emsal ücret
araştırması ile belirlenebileceğini, uyuşmazlık konusu olan fazla çalışma,
hafta tatili ve genel alacakların hesaplanarak Mahkeme’nin bir sonuca varması
gerektiği halde eksik inceleme ile hüküm kurmasını hatalı bulmuş ve bozmayı
gerektiren bir husus olarak görmüştür.
III.
UYUŞMAZLIK
KONUSU TESPİTİ
Uyuşmazlık
konusu tespiti kanımca üç noktada yoğunlaşmıştır: İlki ve ağırlıklı olarak
uyuşmazlığa konu olan olay, söz konusu davanın belirsiz alacak davası olarak
açılması oysaki dava konusu edilen alacakların gerçekte belirli alacak olmaları
ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla söz konusu
alacaklar yönünden hukuki bir yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden
reddi gerekirken Mahkeme’nin esasa girerek bir karar vermesi üzerinde yoğunlaşmıştır.
Bu noktada Yargıtay 22.Hukuk Dairesi kararın büyük bir bölümünde işçilik
alacaklarının bazı kriterler çerçevesinde belirli veya belirsiz alacak davasına
konu olabileceğini tartışmıştır. Yine taraflar arasında işçiye ödenen aylık
ücretin miktarı konusunda bir uyuşmazlık bulunmaktadır. Buna göre Yargıtay’ın
ilgili dairesinin görüşü çerçevesinde 4857 sayılı İş Kanunu’nun 32.maddesinin
ilk fıkrası gereği genel anlamda ücret tanımlanmış olup ücretin
kararlaştırılmadığı hallerde ücretin miktarının nasıl belirlenebileceğine
ilişkin yol gösterici nitelikte bir mahkemeye bir görüş bildirilmiştir, ayrıca
mahkemeyi ücretin gerçeği yansıtmadığı durumlarda tanık beyanı, bilirkişi
görüşü dâhilinde bir sonuca gidilmesi gerektiği noktasında eleştirmiştir. Son
olarak ise mahkemenin feshin gerçekleştiği tarih itibariyle ücret tespitini
emsal ücret üzerinden yapılabileceğine ilişkin eksik inceleme ile hüküm kurması
noktasında hatalı bir karar verdiğini belirtmiştir.[3]
IV.
KONUNUN
İNCELENMESİ VE DEĞERLENDİRİLMESİ
A. BELİRSİZ ALACAK DAVASI
a.
Genel
Olarak
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri
Kanunu’nun 107.maddesinde belirsiz alacak davası düzenlenmiştir. Madde hükmüne
göre alacağını davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde talep sonucunu bildirmenin
davacı açısından riskli bir durum yaratacağından dolayı kanun koyucu belirsiz
alacak davası açılmasının açılmasını uygun görmüştür. Bu risklerden ilki; dava
açtığı sırada talep miktarını/sonucunu belirleyemeyen davacının, dava
neticelendikten sonra alacağının kabul edilemeyen bölümü için yüksek bir
yargılama gideri ile karşılaşması ihtimalini gündeme getirmekte[4],
ayrıca benzer şekilde bu kadar yüksek bir yargılama gideri ile karşılaşmak
istemeyen alacaklının da alacağının miktarını düşük tutması ile aslında hak
ettiğinden daha az bir alacak ile yetinmesi durumu gündeme gelecektir. Yine bu
hükmün düzenlenmesinin bir diğer nedeni de davacının “gereksiz masraf
yapmasına, ikinci bir dava açmasına ve çelişik hükümlerin” verilmesine engel
olmaktır.[5]
b.
Belirsiz Alacak
Davasının Hukuki Niteliği ve Koşulları
Davacı mahkemeden hukuki koruma talep
ederken hem hakimin neye karar vermesi hem de ne yönde karar vermesine ilişkin
talebini açıkça dava dilekçesinin talep sonucu bölümünde belirtmelidir.Belirsiz
alacak davası[6]
eda davasından farklı olarak davacının, dava dilekçesinde talep miktarını
asgari bir miktar olarak belirleyebilmesi dışında talep sonucunu tam ve kesin
olarak belirleyememesi fakat ilgili miktarın tarafına ödenmesine ilişkin bir
istemde bulunmasıdır.Talep sonucunun açıkça ve net olarak belirtilmesindeki
maksat davacının talebine uygun karar verilebilmesi, aynı zamanda verilen
hükmün de tereddütsüz yerine getirilmesini sağlamak,önemi ise davalı tarafın
hukuki dinlenilme hakkının dürüst ve adil bir şekilde kanuna uygun olarak
yerine getirilmesidir.
Belirsiz
alacak davasının koşulları:
i.
Davacının Talep Konusunun Para Alacağı Olması ve
Dava Açmakta Hukuki Yararının Bulunması:
Belirsiz alacak davasının konusunu para
alacakları oluşturmaktadır. Malvarlığına ilişkin alacakların bu davaya konu
olup olamayacağı tartışmalı olmakla birlikte öğretideki bir görüş sadece para
alacaklarına ilişkin olması yönünde iken bir diğer görüş malvarlığına yönelik
alacakları da kapsama almıştır. Ayrıca bu başlık altında incelenebilecek diğer
bir husus ise somut olayımızda tartışma konusu yapılan hukuki yarar kavramıdır. Belirsiz alacak davasında, kanun, açıkça
miktarının veya değerinin belirlenememesi veya olanaksız olması durumunda,
davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararının varsayılacağını
öngörmüştür.
ii.
Dava Açılırken Talep Sonucunun Miktarının
Belirlenmesinin Mümkün Olmaması veya Davacıdan Beklenemeyecek Olması:
Bu ihtimalde ise davanın belirsiz alacak
türünde açılabilmesi için davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu
alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafından
belirlenememesi gereklidir. Davacı gerekli özen ve dikkati göstermiş olmasına
rağmen miktar veya değerin belirlenmesinin kendisinden gerçekten beklenilmemesi
durumunda veya mümkün olmaması halinde belirsiz alacak davası açılabilir.[7]Yine
belirsiz alacak davasında da davacı dava dilekçesinde hem hukuki ilişkiyi
göstermelidir hem de hâkimin hükmetmesini talep ettiği asgari meblağı/tutarı göstermelidir. Bu davanın hukuki niteliği
gereği belirtilen miktarın geçici talep sonucu olduğu ve sonrada kesin talep
sonucuna dönüştürülebileceği örneğin artırılmasının mümkün olduğu hususu önem
arz etmektedir.
iii.
Dava Dilekçesinde Asgari Miktarın Belirlenmesi
Her ne kadar davacı belirsiz alacak
davasında dava dilekçesinde alacağın miktarını tam olarak belirleyemese bile
-hükmedilmesini talep ettiği en yüksek miktarı göstermesi gerekmeksizin- dava
açarken istem tutarını asgari bir miktar olarak belirlemek zorundadır. Bu
noktada davacı geçici bir talep sonucu ileri sürer, ispat aşamasına
gelindiğinde talep neticesi kesin olarak belirlenebilir hale geldikten sonra
davacı talep sonucunu belirleyerek mahkemeye bildirir. Ancak davacının tahkikat
aşamasının sonucuna kadar kesin talep sonucunu belirlemesi gerekmekte olup,
aksi takdirde mahkeme ya davacının dava açıldığı sırada belirttiği asgari talep
sonucuna ya da geçici talep sonucuna göre karar verecektir. Talep sonucu bu
dava türünde tam olarak belirtilmese de davacı uyuşmazlık konusu olaya ilişkin
talep sonucunun dayandığı tüm vakıaları eksiksiz olarak bildirecektir.
iv.
Talep Sonucunun
Kesin Olarak Belirlenmesi:
6100 sayılı Kanun’un m.107/f.2 hükmünde
belirtildiği üzere belirsiz alacak davasında talep sonucunun davacı tarafından
en geç tahkikat bitinceye kadar belirlenmesi ve mahkemeye bildirilmesi
gerekmektedir .İlk ihtimalde davacı talep sonucunu davanın açılmasından hemen
sonra belirleyebilir, ikinci ihtimal kapsamında ise alacaklı alacağını ispat
aşamasının sonuna kadarki süreçte belirleyebilir. Bu ihtimalde davacı davalı
delillerini mahkemeye sunduktan hemen sonra belirler. Üçüncü ve son ihtimalde
ise alacak miktarının hâkimin takdiri doğrultusunda belirlenmesidir. Davacı en
geç tahkikat bitinceye kadar talep sonucunu belirler ve mahkemeye sunar.Ancak
talep sonucu belirlendikten sonra artırılma durumu söz konusu olursa iddianın
genişletilmesi yasağı ile karşılaşması mümkündür.[8]
B. BELİRSİZ ALACAK DAVASININ İŞÇİLİK ALACAKLARI
AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
A. Genel Olarak
İş hukukundaki
işçinin işçilik alacaklarına ilişkin talepler belirsiz alacak davası
açılabilmesinin koşulları bakımından en çok sorunlu bölgeyi oluşturmaktadır[9].İş
hukukunda genel olarak işçi alacaklarının belirsiz alacak davası biçiminde talep
edilmesi yönünde bir kanı oluşmamalıdır, her somut olayı koşulları
değerlendirilmelidir.[10]İşçinin
işçilik alacakları, iş görme borcunun karşılığını oluşturan ücret ve buna bağlı
alacaklardan oluşmakla birlikte söz konusu alacaklar, işveren ile arasındaki
sözleşme uyarınca işçiye bir talep hakkı veren niteliktedir. Üzerinde
durduğumuz Yargıtay kararında işçinin tüm alacakları bakımından bir
değerlendirmeden ziyade karar konu olan işçilik alacakları değerlendirme konusu
olacaktır.
i.
Ücret Açısından Değerlendirilmesi
İş sözleşmesi
işçinin bir ivaz karşılığında belirli veya belirsiz bir süre için işgücünü
işverenin emrine tahsis ettiği ve onun talimatı altında işi ifa etmeyi taahhüt
ettiği bir sözleşmedir.4857 sayılı İş Kanunu’nda ücret[11]
alacağını düzenleyen ve koruyan emredici hükümlere yer verilmiştir. Ücret ödeme
borcu işçinin iş görmesi karşılığında sözleşmeden doğan asli edimlerinden
birini oluşturmaktadır. İşverenin hem İş kanunundan doğan yükümlülüklere hem de
sözleşmede ön görüldüğü şekilde hareket etmesi gerekir,aksi takdirde işçi ücret
ve ücrete bağlı olarak hesaplanacak tüm işçilik hakları bakımından belirsiz
alacak davası açar.Yine bir diğer ihtimalde işçinin sigorta primi ödemeksizin
çalıştırılması ve gerçek ücretin kayıtlara yansıtılmaması başka bir deyişle
işçinin kıdemi, meslek ünvanı, fiilen yaptığı iş,işyerinin özellikleri ve emsal
işçilere ödenen ücretler gibi hususlar dikkate alındığında imzalı bordrolarda
yer alan ücretin gerçeği yansıtmadığı düşünüldüğünde belirsiz alacak davası
açılabilme imkanının mevcudiyetidir.Yine işçinin hizmet süresinin tartışmalı
olduğu durumlarda da bu davayı açabilmelidir.[12]
ii.
Fazla Çalışma
Ücreti Açısından Değerlendirilmesi
4857
sayılı İş Kanunu çerçevesinde fazla çalışma haftalık kırk beş saati aşan
çalışmalardır.(İş K.m.41/f.1) Taraflar arasındaki sözleşmede haftalık çalışma
süresi kırk beş saatin altında belirlendiyse ortalama çalışma süresini aşan ve kırk
beş saate kadar varan çalışmalar fazla sürelerle çalışmalardır.(İş
K.m.41/f.3).İşçinin fazla çalışması halinde çalışılan her bir saate ilişkin
olarak ise verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen
miktarının yüzde yirmi beş artırılmasıyla ödenir. Fazla çalışma ücreti ait
olduğu dönem ücretiyle hesaplanır. Fazla çalışma alacağının uzun bir süre için
hesaplanması ve miktarın yüksek çıkması halinde Yargıtay “hakkaniyet indirimi”
uygulamaktadır.
Ancak Yargıtay, fazla çalışmanın,
takdiri delil niteliğindeki tanık beyanları yerine yazılı belgelere ve işveren
kayıtlarına dayanması halinde hakkaniyet indirimi söz konusu olmayacağını kabul
etmiştir. Ayrıca, Yargıtay, işyerinin açılış ve kapanış saatlerinin esas
alındığı hesaplamada fazla çalışma ücretinden indirime gidilemeyeceği
görüşündedir. İşçi yapmış olduğu fazla çalışmayla ilgili olarak, belirsiz
alacak davası açılabilmelidir. İşçinin çalışmalarının yıllarca sürdüğü dikkate
alındığında her hafta kaç saat çalıştığını, günlük iş sürelerinin aşılıp
aşılmadığının işçi tarafından tespiti oldukça zordur. İşçinin işyerindeki çalışma
süresini kendisi gün ve saat olarak kaydetmiş olsa bile yazılı delile
dayanmayan bu halde mahkemece indirim yoluna gidileceğinden işçinin fazla
çalışma ücretini tam olarak belirlemesi imkânsızdır. Bu sebeple tanık
beyanlarına dayanan fazla çalışma ücretleri için belirsiz alacak davası
açılabilmelidir. İşyerinde puantaj kayıtlarının düzenli olarak tutulması ve bu
kayıtların geçerli olması halinde fazla çalışmaların belirli ya da
belirlenebilir olduğu kabul edilse dahi, puantaj kayıtlarının bir örneği işçiye
verilmediği sürece yine işçinin tam olarak bir hesap yapabilmesi mümkün
değildir. Ancak puantaj kayıtları işçiye verilmişse, işçinin açacağı davada
kayıtlarda görünen fazla çalışma ücretinin tam olarak talep edilmesi gerekir.
Ayrıca, kayıtlara dayalı olarak fazla çalışma süresi kesin olarak belirlenmiş
olsa bile hesabın bir diğer unsuru olan “ücretin” tartışmalı ve belirsizliği
söz konusu olduğunda yine belirsiz alacak davası açılabilmelidir. İşçinin
işyerinde işe başlama ve iş sözleşmesinin feshedilme tarihi tartışmalı ise,
yine hesabın bir diğer unsuru tartışmalı olduğundan belirsiz alacak davası
açılabilmelidir. İşverenin, işçinin fazla çalışma ücretini ödediğini savunması
durumunda da işçi belirsiz alacak davası açabilmelidir. Fazla çalışma,
kayıtlara dayalı olarak hesaplanabilse dahi işverenin fazla çalışma ücretini
ödediğini savunması halinde işçiye yıllar içinde yapılan ödemelerin tam olarak
neleri karşıladığı bilinemeyeceğinden, işçi yine belirsiz alacak davası
açabilmelidir.
D.
İhbar Tazminatı Açısından Değerlendirilmesi
İş Kanunu m.17/f.4’e gereğince, bildirim
şartına uymayan taraf bildirim süresine ilişkin ücret tutarında tazminat ödemek
zorundadır. Bildirim süreleri işçinin hizmet süresine göre değişir. İşi altı
aydan az sürmüş olan işçi için, bildirimin diğer tarafa yapılmasından
başlayarak iki hafta sonra; işi altı aydan bir buçuk yıla kadar sürmüş olan
işçi için dört hafta sonra; bir buçuk yıldan üç yıla kadar sürmüş olan işçi
için altı hafta sonra; işi üç yıldan fazla sürmüş işçi için sekiz hafta sonra,
iş sözleşmesi feshedilmiş sayılır (İş K. m.17/f.2). İş sözleşmesinin kanun veya
sözleşme ile belirlenen bildirim süresine uyulmadan feshedilmesi, usulsüz fesih
olarak adlandırılır. İşte iş sözleşmesinin usulsüz feshedilmesi halinde,
fesihte bulunan işçi veya işverenin, feshe maruz kalan sözleşmenin diğer
tarafına, İş Kanunu hükmüne göre ödemekle yükümlü olduğu tazminata uygulamada
“ihbar tazminatı” adı verilmektedir. Öğretideki diğer bir tanıma göre, ihbar
tazminatı, fesihte bulunan tarafın, bildirim sürelerine uymaması halinde
ödenmesi gereken, miktarı kanunla belirlenmiş bir para tutarıdır[13].
Sadece bildirim koşuluna uyulmadan iş sözleşmesinin feshedildiğinin ispatı
yeterlidir. Bu sebeple ihbar tazminatının, kanundan doğan götürü bir tazminat
olarak nitelendirilmesi gerekir. İhbar tazminatı, işçinin işyerindeki çalışma
süresine göre uyulması gereken bildirim süreleri göz önünde tutularak
hesaplanır. İhbar tazminatının hesabında önemli bir unsur olan işçinin çalışma
süresinin tespitinde, işçinin “fiilen çalıştığı sürelerin” dikkate alınması
gerekir. Diğer bir ifadeyle işçinin, iş görme edimini işverenin emrine hazır
bulundurduğu tarih, işçinin kıdeminin
başlangıcı olarak kabul edilmelidir.
İşçinin çalışma süresinin sonu olarak ise, fesih bildiriminin karşı tarafa yapıldığı
tarih kabul edilmelidir. İhbar tazminatının hesabında esas alınacak ücret, iş
sözleşmesinin bozulması sırasındaki “son ücret”tir82. Son kez alınan ücretin
ödendiği tarih ile hizmet sözleşmesinin sona erdiği tarih arasında işçinin
ücretinde artma olmuş ise, arttırılmış olan ücret, “son ücret”tir83. İhbar
tazminatının hesabında esas alınacak olan son ücret, İş Kanunu m.17/f.7
gereğince, temel ücretin yanında kanun veya sözleşmeyle işçiye sağlanmış olan
para ve para ile ölçülmesi mümkün menfaatleri de içerir. Diğer bir ifadeyle
ihbar tazminatının hesabında işçinin “giydirilmiş brüt ücreti” esas alınır.
Bildirim süresindeki gün sayısı ile giydirilmiş brüt ücretin çarpımı sonucu
bulunan miktar, ihbar tazminatının miktarını verir.
İhbar tazminatı açısından da işçi
belirsiz alacak davası açabilmelidir. İhbar tazminatı, işçinin işyerindeki
çalışma süresine bağlı olarak 2, 4, 6, 8 hafta veya toplu iş sözleşmeleri ile
arttırılmışsa, çalışma süresinin ihbar öneli ile ilgili kısmını değiştirecek
şekilde tartışmalı olması halinde ihbar tazminatı açısından belirli bir
alacaktan bahsedilemez. Örneğin, davacı işçinin iddia ettiği çalışma süresinin
3 yıl olması ve işverence bu süreye itiraz edilmesi halinde ihbar tazminatının
8 haftalık süre üzerinden hesaplanıp hesaplanmayacağı tartışmalı kabul
edilmelidir. Ayrıca ihbar süresinin toplu iş sözleşmeleriyle fahiş şekilde
arttırılması halinde Yargıtay
tarafından hâkimin müdahalesi ile süre yönünden indirime gidilmesi gerektiği
kabul edilmiştir. Bu gibi durumlarda ihbar tazminatı yargılama ile
belirleneceğinden, işçi belirsiz alacak davası açabilmelidir. İhbar
tazminatının giydirilmiş ücret üzerinden hesaplanması sebebiyle ücret ve ücret
eklerine ilişkin her türlü tartışmanın halinde ihbar tazminatının belirli
olduğu söylenemez. Diğer bir ifadeyle ihbar tazminatı için belirli alacak
davası ancak, hizmet süresinin tartışmalı olmaması veya bu tartışmanın ihbar sürelerini
etkilememesi, temel ücret ve sosyal yardımların varlığı ve miktarları
konularının tamamen çekişmesiz olması halinde açılabilecektir.
E.
Kıdem Tazminatı Açısından Değerlendirilmesi
Kıdem tazminatı 1475 sayılı İş
Kanunu’nda düzenlenmiştir. 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14. maddesinde iş
sözleşmesinin bazı durumlarda, işveren ve işçi tarafından feshinde, muvazzaf
(geçici) askerlik, emeklilik, malullük aylığı almak veya toptan ödeme almak
amacıyla feshinde, kadın işçinin evlenme nedeniyle işinden ayrılması gibi,
belli durumlarda kendilerine 4447 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile eklenen 5. bent
ve geçici 81. maddeye göre işinden kendi isteğiyle ayrılmada ve ölümleri
durumunda ise kanuni mirasçılarına, en az bir yıl çalışmış olmak koşulu ile her
yıl için otuz günlük giydirilmiş brüt ücretleri tutarında bir tazminat ödenmesi
öngörülmüştür. 4857 sayılı İş Kanunu’nda ise kıdem tazminatına ilişkin bir
düzenleme yapılmamış, sadece kıdem tazminatı fonu kurulması öngörülmüştür (İş
K. Geçici m.6).
Söz konusu olan maddeye göre, kıdem
tazminatı fonuna ilişkin Kanunun yürürlüğe gireceği tarihe kadar işçilerin
kıdemleri için 1475 sayılı İş Kanunu m.14 gereğince kıdem tazminatı hakları
saklıdır. Söz konusu yapılan bu düzenlemelerden faydalanılarak kıdem tazminatı
şu şekilde tanımlanabilir: Kıdem tazminatı, kanunda sayılan hallerden biri ile
iş sözleşmesi sona eren işçiye (veya mirasçılarına), belirli süre çalışmış olma
koşuluyla, kıdemi ve ücreti dikkate alınarak işverence ödenmesi gereken, ayrıca
geç ödenmesi durumunda özel faiz uygulanacak olan bir miktar paradır. Öğretide
ise kıdem tazminatı farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bir tanıma göre, kıdem
tazminatı, kaynağını kanundan alan ve iş sözleşmesinin sona ermesi halinde,
şartları mevcut ise işveren tarafından ifası gereken bir ödeme vecibesidir.
Diğer bir tanıma göre ise, bir işyerinde ya da işverenin emrinde veya belirli
bir meslekte uzun süre çalışmış bir işçinin, işini yitirmesi halinde onun
işyerine katkı sağlamış olması, işinde yıpranması, yeni bir iş edinmede karşılaşacağı
güçlükler göz önüne alınarak, geçmiş hizmetlerine karşılık işveren tarafından
işçiye toplu olarak verilen paradır. İşçinin kıdem tazminatına hak
kazanabilmesi belli koşullara bağlanmıştır. 1475 sayılı İş Kanunu’na göre,
kıdem tazminatından yalnızca bu Kanuna tabi olan işçiler yararlanabilirler (İş.
K. m.14/f.1). Ancak 1475 sayılı Kanun 14. maddesi dışında yürürlükten kalktığı
için, kıdem tazminatından yararlanacak olan işçiler, 4857 sayılı İş Kanunu
kapsamında olan işçilerdir. Belirtmek gerekir ki, 4857 sayılı Kanunun 2.
maddesinde yer alan işçi tanımına uygun düşseler bile 4. maddesine göre bu
Kanunun kapsamı dışında bırakılan ve Borçlar Kanununa tabi kılınan işçiler
kıdem tazminatı hakkından yararlanamazlar. İşçinin kıdem tazminatına hak
kazanabilmesi için gereken bir diğer koşul ise, iş sözleşmesinin sona erdiği
tarihte işyerinde en az bir yıllık kıdeminin bulunması gerekir.
Ancak bu şart 1475 sayılı İş Kanunu’nun
14. maddesinde açık bir şekilde ifade edilmemiştir. Söz konusu hükmün 1.
fıkrasında “İşçinin işe başladığı tarihten itibaren hizmet akdinin devamı
süresince her geçen tam yıl için işverence işçiye 30 günlük ücreti tutarında
kıdem tazminatı ödenir. Bir yıldan artan süreler için de aynı oran üzerinden
ödeme yapılır” denilmektedir. Bu hükümde yer alan “tam yıl” için kıdem
tazminatı ödeneceğine ve özellikle “bir yıl”dan artan süreler için aynı oranda
ödeme yapılacağı yolundaki ifadelerden kıdem tazminatına hak kazanabilmek için
işçinin en az bir yıl çalışması gerektiği sonucuna ulaşılabilir. Kıdemi bir tam
yıldan az olan işçi kıdem tazminata tına hak kazanamaz ve bu durumdaki işçiye
çalıştığı süre ile orantılı kıdem tazminatı ödenemez. Buradaki bir yıllık süre,
sadece fiilen çalışılan değil, iş sözleşmesinin askıda kaldığı kaza, hastalık,
gebelik, grev gibi durumlar ile işçinin dinlenme ve izin günlerini de kapsar.
İşçinin kıdem tazminatına hak
kazanabilmesi için son şart iş sözleşmesinin 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14.
maddesinde sayılı hallerden biri nedeniyle sona ermesidir. İş sözleşmesinin
sona ermesi, işçi veya işveren tarafından söz konusu maddede sayılan bazı
hallere dayanılarak “iş sözleşmesinin feshi” sonucunda ortaya çıkabileceği gibi
“işçinin ölümü” nedeniyle de gerçekleşmiş olabilir. Kıdem tazminatının
hesabında, işçinin hizmet süresinin başlangıç tarihi olarak, işçinin fiili
olarak işe başladığı, daha doğrusu iş görme borcunu yerine getirmek için hazır
bulunduğu tarihin esas alınması gerekir. Hizmet süresinin sona erme tarihi ise,
iş sözleşmesinin feshedilme şekillerine göre değişiklik gösterir. İş
sözleşmesi, bildirim süresi verilerek feshedilmişse, sözleşmenin bildirim
süresi sonunda bozulmuş sayılacağından, hizmet süresinin sona erdiği tarih
olarak, bildirim sürelerinin sona erdiği tarihin esas alınması gerekir. Ancak
sözleşmenin bildirimsiz fesih yoluyla sona ermesi halinde ise, fesih beyanının
karşı tarafa yöneltildiği anda iş sözleşmesi sona erer. İş sözleşmesinin,
bildirimsiz fesih hakkı doğmamasına rağmen, iş sözleşmesinin bildirimsiz
feshedilmesi halinde, işçinin hizmet süresinin sonu, yine fesih iradesinin karşı
tarafa yöneltildiği andır.[14]
V.
SONUÇ
İncelenen karara
konu olan uyuşmazlığın temelinde yatan sorun, işçinin ücret, fazla çalışma
ücreti, ihbar ve kıdem tazminatı açısından kısmi davanın açılıp
açılamayacağıdır. Diğer bir önemli nokta ise, dava şartı noksanlığı sebebiyle
kesin süre verilmesinin gerekip gerekmediği ve bu kesin sürenin ne kadar olması
gerektiğidir. Yerel mahkeme, ücret, fazla çalışma ücreti, ihbar ve kıdem
tazminatının işçi tarafından belirlenebileceğinden bu alacaklar için kısmi dava
açılamayacağına bu sebeple davacının kısmi dava açmakta hukuki yararının
bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar vermiştir. Ancak
Yargıtay’ın bozma gerekçesinde kabul ettiği gibi temel ücretin tartışmalı ve belirsiz
olması hallerinde kısmi dava açılabilmelidir. Fazla çalışma ücreti açısından
ise, işçinin yapmış olduğu fazla çalışmanın süresini bilmesi ve bu sebeple
talep ettiği fazla çalışma ücretini kesin ve net bir şekilde dava dilekçesinde
belirtmesi mümkün değildir. Fazla çalışma ücreti kayıtlara dayanmıyorsa
hakkaniyet indirimi adı altında bir indirim uygulanmakta ve davacı işçinin
yapılacak indirimin oranını dava açarken bilmesi kendisinden
beklenemeyeceğinden kısmi davanın açılması mümkündür. Ayrıca fazla çalışma
ücretinin belirlenmesine esas kayıtlar sunulmadığı gibi davalı işverenin İş K.
m.8 ve m.67’de düzenlenen yükümlülüklerini yerine getirmemesinden dolayı
açılacak davada alacağın belirlenebilir olduğunu savunmak mümkün değildir.
Dolayısıyla
işçinin alacağının belirlenmesinin kayda dayandığı hallerde kayıt belgelerini
sunmayan veya işçiye vermeyen işveren dava konusu alacağı tartışmalı ve
belirsiz hale getirdiğinden kısmi dava açılmasına katlanmak zorundadır. İhbar
ve kıdem tazminatı açısından değerlendirdiğimizde, dava konusu alacak
miktarının ya da değerinin belirlenmesi, yargılama sırasında tazminata esas
alınacak sürenin ve ücretin tespitini, diğer bir ifadeyle başka bir olgunun
tespitini gerektirmesi halinde işçilik alacağının belirsiz ve tartışmalı olarak
kabul edilmesi gerekir. İnceleme konumuz olan Yargıtay kararında işçi hizmet
tespiti davası açtığından dava konusu alacak miktarı bu olgunun tespitine bağlı
olduğundan alacak tartışmalı ve belirsiz kabul edilmeli ve kısmi dava
açılabilmelidir. Ayrıca ihbar ve kıdem tazminatının hesabında işçinin son
giydirilmiş ücreti esas alınır. Bu sebeple söz konusu Yargıtay kararında temel
ücret bakımından tartışma söz konusu olduğu için işçinin dava açarken ihbar ve
kıdem tazminatını kesin ve net olarak belirleyebilmesi mümkün değildir, diğer
bir ifadeyle işçinin söz konusu tazminat alacağının kesin ve net miktarı ancak
uzman bilirkişiden alınan raporla ve bir yargılama sürecinden sonra tespit
edilebileceğinden kısmi dava açılabilmelidir.
Kanaatimizce işçi
işçilik alacakları için her ne kadar kısmi dava açabilirse de söz konusu bu
alacakların belirsiz alacak davası ile talep edilmesi işçinin daha lehinedir.
Çünkü kısmi davada belirsiz alacak davasından farklı olarak, talep sonucunu
arttırmak isteyen davacının karşı tarafın rızasına ihtiyaç duyması, bunun
mümkün olmaması halinde ıslah yoluna başvurmak zorunda kalması söz konusudur.
Buna karşılık belirsiz alacak davasında sonradan belirlenen kısım karşı tarafın
rızasına veya ıslaha ihtiyaç duymadan artırılabilecektir. Ayrıca kısmi dava
açılması halinde zamanaşımı süresi sadece dava edilen kısım için kesildiği
halde, belirsiz alacak davasında zamanaşımı süresi, davanın açıldığı ilk anda
hem talep edilen miktar için hem de daha sonra belirlenecek ve davaya dâhil
edilecek miktar için davanın açıldığı tarihte kesilecektir. Kısmi dava açan
davacı, ıslah yolu ile talep sonucunu arttırdığı zaman, eğer karşı taraf daha
önce temerrüde düşürülmemişse, ancak ıslah tarihinden itibaren faiz talep
edebilirken, belirsiz alacak davasında davacı davanın açıldığı tarihten
itibaren faiz talep edebilir. İnceleme konumuz olan Yargıtay kararını usul
açısından değerlendirdiğimizde ise, yerel mahkeme alacağın açıkça belli olması
sebebiyle kısmi dava açmanın mümkün olmadığını HMK. m.114/f.1, h bendine göre
hukuki yararın dava şartı olduğunu bunun yanında davacının dava dilekçesinde
HMK. m.119/f.1, ğ bendine göre talep sonucunu açıkça bildirmesi gerektiğini, bu
zorunluluğu yerine getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı
gerekçesiyle davanın usulden reddine karar vermiştir. Yargıtay’ın bozma
gerekçesinde kabul ettiği gibi davacının talep sonucunu dava dilekçesinde HMK.
m.119/f.1, ğ bendine göre açıkça bildirmesi gerektiği, bu zorunluluğu yerine
getirmeyen davacının dava açmakta hukuki yararının bulunmadığı gerekçesi
yerinde değildir. Ayrıca talep sonucunun açık olmadığı kabul edilse dahi HMK.
m.119/f.2 uyarınca dava dilekçesindeki bu eksikliğin tamamlanması için bir
haftalık kesin süre verilmesi gerekirken bu kurala da uyulmamıştır. Yargıtay’ın
bir haftalık kesin süre verilmemesi gerekçesiyle yerel mahkemenin kararını
bozması kanaatimizce de yerindedir Sonuç olarak olay açısından ücret, fazla
çalışma ücreti, ihbar ve kıdem tazminatı açısından kısmi dava açılması ve bir
haftalık kesin süre verilmesi gerektiğine hükmeden Yargıtay’ın görüşü bizce de
isabetlidir.
Bibliyografya:
ÇİL, Şahin. (2014).İş
Hukukunda İşçinin Ücreti, Ankara 2010. Çil Şahin/Kar Bektaş, İş Yargısında
Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava, 2. Baskı, Ankara.
KAR, Bektaş.(2012).
6100 Sayılı HMK’ye Göre İş Yargısında Belirsiz Alacak ve Kısmi Dava, İzmir
Barosu Bülteni İş Hukuku ve Güvenliği Komisyonu Özel Sayısı, Y. 22.
KARSLI, Abdurrahim. (2014).
Medeni Muhakeme Hukuku, 2. Baskı, İstanbul.
KILIÇOĞLU, Mustafa. (2015).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu El Şerhi, İstanbul.
KORKMAZ, A. E. (2016). İş
Hukukunda Belirsiz Alacak Davası ve Kısmi Dava. ABD, 2016/1, s. 219-244.
KURU, Baki .(2011). Medeni
Usul Hukuku Ders Kitabı, Gözden Geçirilmiş ve Genişletilmiş 3. Baskı, Ankara
1981. Kuru Baki/Arslan Ramazan/Yılmaz Ejder, Medeni Usul Hukuku, 22. Baskı.
PEKCANITEZ, Hakan. (2013).
Belirsiz Alacak Davasının İş Hukukunda Uygulanması, Ankara.
PEKCANITEZ, Hakan/Atalay
Oğuz/Özekes Muhammet.(2011). Medeni Usul Hukuku, 11. Baskı, Ankara.
PEKCANITEZ, Hakan.(2009) "Belirsiz Alacak Davası." Dokuz
Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi 11. s. 509-552.
ÖZKAYA Ferendeci, H.
Ö. (2012). Alman ve İsviçre Hukukları’ndaki kademeli dava (stufenklage) ile
6100 sayılı HMK’ya göre Belirsiz Alacak Davası’nın karşılaştırılması.
POSTACIOĞLU, İlhan E, (1975).
Medeni Usul Hukuku Dersleri, 6. Baskı, İstanbul.
RÜZGAR, Orhan. Belirsiz
Alacak Davası, Kısmi Dava ve Tespit Dava.
RÜZGAR, O. (2011). Belirsiz Alacak Davası,
Kısmi Dava ve Tespit Davası. Sicil İş Hukuku Dergisi, 24.
RÜZGAR, O., Davası, B. A., Dava, K., &
Davaları, T. (2011). Sicil İş Hukuku Dergisi.
SİMİL, C. (2013). Belirsiz alacak davası.
TOPAK, S. (2014). Yargıtay kararları ışığında
işçi alacakları bakımından belirsiz alacak davası ve ıslah zamanaşımı sorunu.
[1]Belirsiz alacak davası
açılabilmesi için HMK 109 madde hükmü çerçevesinde davacının, “davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini
tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun
imkânsız olduğu hâllerde alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da
değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası açabilir”. Dolayısı ile bir davanın belirsiz
alacak davası türünde açılabilmesinin şartı, davanın açıldığı tarih itibariyle
uyuşmazlığa konu alacağın hem miktarı hem de değerinin tam ve kesin olarak
davacı tarafça belirlenememesi gerekir. Davacı tüm dikkat ve özeni göstermesine
rağmen yine de söz konusu miktar ve değerin belirlenmesinin kendisinden
beklenilmemesi durumuna ya da objektif olarak imkansızlığa dayandığı durumlarda
belirsiz alacak davası açılabilir. Dolayısı ile önemli olan objektif olarak
talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır.
[2]Yargıtay 22.Hukuk Dairesi
şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası
olarak açıldığı durumda davacıya ek bir süre verilmemesi gerektiğini; zira
alacağın belirlenmesi hali hazırda mümkün iken böyle bir davanın açılmasına Kanun’un
izin vermediğini, böyle bir durumda belirsiz alacak davası açmakla hukuki yarar
bulunmadığını davanın reddedilmesi gerektiğini belirtmektedir. Çünkü hukuki
yarar dava açıldığında o sırada mevcut olması gereken bir yarardır, o zaman
diliminde mevcut olmayan bir hukuki yarar açıkça mahkemece de biliniyorsa
sonradan tamamlanacak bir hukuki yarar değildir.Zira buradaki talep çok
açıktır,6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak ek süre verilmesi
mümkün değildir.Davacı dava açıldığı sırada bulunmayan bir hukuki yararı
mahkemece kendisine ek süre verilse dahi tamamlayamayacaktır, kaldı ki bu durum
hem taraflar arasındaki eşitlik prensibine aykırılık teşkil eder,hem de usul
hukuku bakımından buna bir olanak yoktur.22.Hukuk Dairesi’nin görüşüne göre davacı
açılan bir davada asgari tutarda da olsa bir miktar göstermiş fakat bu miktarın
ancak alacağın bir bölümü olduğu anlaşılıyorsa bunun belirli mi yoksa belirsiz
bir alacak davası mı anlaşılamıyor ise bu takdirde 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ
maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucunu belirtmemiş olacağından dolayı
aynı Kanun’un 119/2.maddesi uyarınca talebin muğlaklığı dolayısı ile davacıya
bir haftalık kesin süre verilmesi gerektiği ve bu süreçte talebinin belirsiz
alacak davası veya kısmi dava olup olmadığını belirlemesi
istenmelidir.Davacının talebine yönelik açıklaması doğrultusunda mahkemenin bir
yol izlemesi gerektiğine değinmiştir.Somut olayda da iş hukukundan kaynaklanan
bir alacak davası söz konusu olduğundan Daire daha en baştan belirli veya belirsiz
alacak davası şeklinde bir belirleme yapmanın olanaklı olmadığından
bahsetmiştir.Ancak Kanun’un gördüğü gerekli şartlar varsa belirsiz alacak
davası açılabilir.
[3]İlgili kararda çözülmesi gereken
bir diğer hukuki sorun, fazla çalışma, hafta tatili ve genel tatil alacakları yönünden,
davacı haftada kaç saat fazla çalışma yaptığını, hangi hafta tatili ve genel
tatillerde çalıştığını belirleyebilecek durumda olmasına rağmen, davacının hâkimin
hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri bir indirim yapacağını bilebilecek
durumda olmadığından bahisle söz konusu alacakların belirsiz alacak davasına
konu edilmesinin mümkün olduğu ancak talep konusu edilen kıdem ve ihbar tazminatının
ile yıllık izin alacağının belirlenebilir alacak olduğu, bu taleplere ilişkin
davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağının bir tartışma konusu yaratmasıdır.
Ayrıca hukuki yararın bulunmadığı noktasında tarafa ek imkan sunulup sunulamayacağı,
şayet talep,talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa Kanun’un
119/2.maddesi gereğince tarafa verilecek olan sürenin niteliği bir hukuki sorun
olarak karşımıza çıkmaktadır.Doktrinde çok farkı görüşler söz konusudur.Örneğin
Çelik “Tazminat ve Alacaklarda Zamanaşımı” adlı makalesinde alacağın belirsiz
olması halinde kısmi dava açılabileceğini ve saklı tutulan kısım zaman aşımına
uğramasından dolayı bu sürenin uzatılıp bir tespit davası açılabilmesini uygun
görmüştür.Bu noktada yazar belirsiz alacak davası yerine kısmi dava açılmasını
öngörerek alacağın geri kalan kısmının da ıslah yolu ile artırılmak istenmesi
halinde zamanaşımı süresinin sona ermesine bir çözüm yolu getirmek
istemiştir.İyimaya ise alacağın belirsiz olması halinde tek çıkar yolun kısmi
dava açılması olduğu yönünde görüş bildirmiştir.İyimaya’nın konuya ilişkin
makalesi eski tarihli olduğundan aslında henüz kanunda yer almayan belirsiz
alacak davasına dikkat çekerek mevcut uygulamayı eleştirmektedir.
[4]Pekcanıtez, s. 26; Hakan Pekcanıtez/Oğuz
Atalay/Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, 11. Baskı, Ankara 2011, s. 306.
[5]Pekcanıtez Hakan, Belirsiz Alacak
Davası, Ankara 2009,s.509.
[6]Davanın açıldığı tarihte alacağın
miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden
beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hallerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi
ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası
açabilir (HMK. m.107/f.1). Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu
alacağın miktarı veya değerinin belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı,
iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın talebini arttırabilir (HMK.
m.107/f.2).
[7].Madde gerekçesinde belirtildiği
üzere “Alacaklının bu türden bir dava açması için dava açacağı miktar ya da
değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu
objektif olarak imkânsız olmalıdır. Açılacak olan davanın miktarı biliniyor
yahut tespit edilebiliyorsa böyle bir dava açılamaz. Çünkü her davada arandığı
gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararda
bahsedilmesinden söz edilemez. Özellikle kısmi davaya ilişkin yeni hükümler de
dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde baştan tespiti mümkün olan
hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez.”ifadesiyle bir alacağın belirli
veya belirlenebilir nitelikte olması halinde belirsiz alacak davası
açılamayacağına işaret edilmiştir. Ayrıca bkz. 6100 sayılı HMK m. 107’nin
gerekçesi.
[8]Bkz. 6100 sayılı HMK m. 107’nin
gerekçesi.
[9]Pekcanıtez Hakan, Belirsiz Alacak
Davası, Ankara 2009, s.510..
[10]Pekcanıtez Hakan, Belirsiz Alacak
Davası, Ankara 2009, s.511..; Korkmaz, A. E. (2016). İş Hukukunda Belirsiz
Alacak Davası ve Kısmi Dava. ABD, 2016/1, s. 221.
Pekcanıtez’e göre belirsiz alacak davasının
açılabilmesinin koşulu olan talep sonucunun belirlenmesi davacı olan kişiden
beklenemeyecek düzeyde ise bu tür işçi alacaklarına ilişkin talepler belirsiz
alacak davası şeklinde açılmalıdır. Ancak bu noktada kısmi dava ile belirsiz
alacak davasının koşulları farklılık arz etmektedir. Davacı işçilik alacakları
bakımından ancak koşulların mevcudiyeti durumunda dava açabilecektir. Bir
örnekle açıklamak gerekirse bir iş kazası neticesinde işçinin alacağı tam
olarak belirlenemiyorsa (vücut bütünlüğünde sonraki zaman diliminde kişi
hastalığın nüksetmesi sebebiyle daha ağır bir zarara uğrayabilir) işçi belirsiz
alacak davası açabilir.
[11]4857 sayılı İş Kanunu’nun
32.maddesinde “Genel anlamda ücret,bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya
üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar” olarak
tanımlanmıştır.Ayrıca aynı maddenin ikinci fıkrasında “işçi ücretinin Türk
parası ile ödeneceği” hükme bağlanmış olup 1475 sayılı İş Kanunu’nda
26.maddenin kenar başlığı “Ücretin Tanımı” olmakla beraber maddede tam bir
tanım yapılmamıştır.
[12]Çil/Kar, s. 100; Kar, s. 21
[13]Öğretideki başka bir tanıma göre
ise ihbar tazminatı, süresi belirli olmayan sürekli iş sözleşmelerinin bildirim
şartına uyulmadan feshi hallerinde, şarta uymamış olan tarafın, bildirim
sürelerini karşılayan ücret tutarındaki bir parayı karşı tarafa ödemesidir.
Buna göre, iş sözleşmesinin İş Kanunu m.24 ve m.25’deki nedenlere dayanmaksızın
feshedilmiş olması ve İş Kanunu m.17’de belirtilen şekilde usulüne uygun ihbar
öneli tanınmamış olması halinde ihbar tazminatı söz konusu olur. İhbar
tazminatı, “bildirim süresine ilişkin ücret tutarında” olmak üzere
belirlenmiştir (İş K. m.17/f.4). Ayrıca kanun ihbar tazminatını kesin ve götürü
bir miktar olarak belirlediğinden bu tazminatı elde etmek için zararın
ispatlanmasına gerek yoktur.
[14] Kıdem
tazminatının hesabında, işçinin “en son günlük giydirilmiş ücreti” esas alınır.
Kıdem tazminatına esas alınacak ücretin tespitinde İş Kanunu m.32’de yer alan
asıl ücrete ek olarak işçiye sağlanan para ve para ile ölçülebilen menfaatler
de göz önünde bulundurulur (1475 sayılı İş K. m.14/f.12). İşçi kıdem tazminatı
açısından da belirsiz alacak davası açabilmelidir. Uygulamada önemli bir
işçilik alacağı olan kıdem tazminatının, işçinin kendisinin ya da bir uzman
vasıtasıyla hesaplanması beklenemez. Örneğin işçinin işe giriş tarihi veya iş
sözleşmesinin feshedildiği tarih açısından tartışma söz konusu ise, işçi
belirsiz alacak davası açabilmelidir. Yine kıdem tazminatının hesabında asli
unsur olan işçinin ücretinin tartışmalı olmasının ve ücret eklerinin
varlığının, süreklilik arz edip etmediğinin tartışmalı olmasının, giydirilmiş
ücretin tespiti bakımından önem arz etmesi sebebiyle de belirsiz alacak davası
açılabilmelidir. Ayrıca fazla çalışma ücretinin aylık olarak ödenen temel ücret
içinde yer alıp almadığı, kıdem tazminatına esas alınacak ücreti ilgilendirir.
Bu yöndeki bir çekişme tazminatın belirsizliği sonucunu doğurur ve bu durumda
da belirsiz alacak davası açılmalıdır. İşçi, incelediğimiz işçilik alacakları
için belirsiz alacak davası açabileceği gibi aynı zamanda HMK. m.109’da
düzenlenen kısmi davayı da açabilecektir. Ancak bu hallerde hem belirsiz alacak
davası hem de kısmi dava açabilecek olan işçinin, söz konusu dava türlerinden
hangisinin daha lehine olduğunun anlaşılabilmesi için, kısmi davaya ilişkin
düzenlemelerin de incelenmesi kanaatimizce yerinde olacaktır.
Sorularınız için bilkentakademi2@gmail.com
hukuktezz@gmail.com
Akademik Danışmanlık Hizmetimizden yararlanabilirsiniz.
Yorumlar
Yorum Gönder